.: Başbakan ne dediğini bilmiyor…

Kim olursanız olun, hangi mevkide makamda oturuyorsanız oturun. İnsanın ne dediğini bilmesi, ne istediğini bilmesi çok önemlidir.

Görünen o ki bizim başbakan ne oturduğu koltuğun ağırlığından haberdar, ne de; ne dediğinden…

Pakistan dönüşü uçakta gazetecilerle sohbette; yolsuzlukların olmadığını, bugüne kadar bununla ilgili haber çıkmadığını ileri sürdükten sonra;  “Böyle bir şey varsa bana getirin, gereğini yapayım.” diyor.

İlk bakışta sıradan bir cümle gibi duruyor bu söz. Ama bunu söyleyen bir başbakan olunca durum çok farklı bir boyut kazanıyor.

“Bunda ne var” diyenlerin olduğunu tahmin etmek zor değil. Onları duyar gibiyim.

Bizim toplumun yabancısı olduğu sözler değil bunlar. Delikanlı sözü. Bileğin gücüne inanılan yerlerde, mekanlarda hep edilen sözler. Oralarda, her haksızlığı delikanlının bileği, gücü hal eder.

Hiç kuşkusuz, bu da bir tür hukuk ve adalet dağıtma biçimidir. Ancak modern çağdaş toplumun hukuk anlayışı içinde kendine yer bulmaz ve/veya bulamaz.

Bu hukuk anlayışı, günümüzde mahalle aralarında, mafya türü yapılanmalarda, modern hukuka paralel varlığını sürdür. Ancak bu aynı zamanda modern hukuk açısından bakıldığında hukuksuzluktur da.

Başbakanın, “bana getirin gereğini yapıyım” demesi, mevcut yargılama sisteminin dışında, ona koşut farklı bir yol önermesi, mevcut hukuki yolların ve yargının dışında ona paralel hukuk ve yargı yolları arayışı anlamına gelir.

Bunun bir suç olduğunu, yargıya güvensizlik gibi olumsuz bir sonucu doğurabileceğini söylemeye hiç gerek yok…

Bu işin bir yanı.

Diğer yandan her ülkenin başbakanlıktan başka kurumları da vardır. Özelikle demokrasilerde adaleti dağıtan ile iş yapan kurumlar arasında bir ayrım yapılmıştır. Birine yargı deniyor, diğerine yürütme.

Başbakanlar yürütmenin başında bulunanlar olarak adalet dağıtan kurum olan yargının işlerine bulaşamaz, müdahale edemezler.

Yargı, yasama organın yani parlamentonun yaptığı yasalar ve anayasa içinde kalarak yürütmeyi denetleme hakkı vardır. Yürütme, hükümet ve onun altında onunla birlikte çalışan bürokrasi neden denetliyorsun, sen kimsin deme hakkına sahip değildir. Çünkü yargı gücünü yasama organı olan meclisin yaptığı yasalardan alır ve bir başka biçimi ile milletin iradesini temsil ederek denetleme görevi yapar.

Türkiye demokrasisi tüm çarpıklığına rağmen bu kuvvetler ayrılığı ilkesini kabul eder. Yasama, yürütme ve yargı olarak üçe ayrılan bu kuvvetler bir birinin üzerinde, biri diğerine göre daha önemli değillerdir. Üçü birlikte ve tek başına millet iradesini temsil ederler.

Burada hemen yeri gelmişken söyleyelim hükümetler başbakanın sürekli ifade ettiği gibi tek başına milli iradeyi temsil eden kurumlar değildir.

Bizim gibi temsili demokrasilerde halk yasama organı olan meclisin üyelerine, yani milletvekillerine kendisini temsil etmesi için iradesini devreder. Bu halk adına yasa yapma, hükümet etme ve denetleme ve gerektiğinde yargılama hakkını içerir.

Temsili demokrasilerde hükümetler yani yürütme çifte denetim altında olur. Bir yandan yasama organı yasalara uyulup uyulmadığını meclis denetimi ile yaparken diğer yandan yargı bağımsız mahkemelerce denetim görevini üstlenir.

Bizim gibi ülkelerde, meclis çoğunluğunu elde eden partilerin, yasama organındaki çoğunluğundan çıkan hükümetler, meclis denetiminin de dışına çıkmış olurlar. Aynı meclis çoğunluğu ile çıkarılan yasalar ile yargı denetimi de bir şekilde güdükleşebilir. Ancak anayasaya, uluslar arası anlaşmalara konan imzalara ve uluslar arası normlara uyma zorunluluğu yasama organının hükümetin keyfi denetimine girmesini kısmen engeller.

Yasama organın yapmadığını Adalet Bakanlığı devreye girerek yapar. Kendisine bağladığı yargının temel öğeleri olan yargıçlar ve savcıların işvereni konumu ile yargıçlar ve savcılar üzerinde baskı kurar. Bütün bunlar bir araya getirildiğinde Türkiye de hala bağımsız bir yargıdan söz etmek neredeyse olanaksızdır. Bağımsız bir yargıdan söz edilemeyeceği gibi millet iradesinin gerçek anlamda temsil edildiğinden de söz etmek olanaksızdır.

Hükümetler bu durumda millet iradesini temsil etmekten değil, hükümet etmeyi sağlayan çoğunluk iradesinden söz edebilirler. Ki o da her zaman toplumdaki çoğunluğu karşılayan bir oran değildir.

Hükümet muhalefeti ve onu destekleyen kesimleri dışladığı oranda kendisini seçenlerin hükümeti olur. Bu durumda başbakanın sürekli dilinden düşürmediği millet iradesi değil, hükümet etmesini sağlayan kesimin iradesi ya da diktasından söz etmek daha doğru olur.

Hasan KAYA
26 Aralık 2013 Perşembe