.: Gecenin sessizliğine sinen çığlık…

Bir kadın çığlığı yırtıyor en olmaz yerinden geceyi. Bölünen uykum, yanan ışıklar, sokak ayakta. Perdelerin kıyısında, köşesinde belli belirsiz bir hareketlik… Sokaktaki her sese koşan, perdeleri çekip, pencereleri açan, yarı beline kadar sarkan o kadınları, adamları arıyor gözlerim.

Kimseler yok.

O perdeler, o pencereler açılmıyor.

Balkonlarda, pencere önlerinde, konserve kutularında açan begonyalar, camgüzelleri… bir tek onlar açmış sarkıyorlar aşağı, sokağın karanlık yalnızlığına. Köşe başını tutan, sokak lambasının soluk ışığı altında yan yatmış akasya ağacı, yaprağına değen her esintiyle kokusunu salıyor sokağa.

Sokağa başka giren yok.

Aynı ses, o kadının sesi, hiç susmadan, bir daha bir daha bölüyor geceyi. Karanlıklar yırtılıyor aynı yerinden. Uzanıp yakama yapışıyor, sokağa çekiyor beni. Yıldızlar bu yüzden mi, bu kadar sessiz, gece bu kadar tenha.

Hangi eve, hangi kapıya koşacağımı bilmeden. Sokağın ortasında yapayalnız, yalın ayak kalıyorum. Yönümü kaybediyorum. Yüzümü kaybediyorum, ellerimi ayaklarımı… kayboluyorum.

Hangi ev, hangi kapı, hangi pencere, hangi duvarlar ardında acı bir feryada dönüyor yırtıyor geceyi bulamıyorum.

Uzak aysız bir gecede, gökyüzünde yıldızlar soluyor. Evlerin sokağa bakan kirli yüzünde kör pencereler, perdeler gecenin yüzüne çekilmiş, içerdeki ışığı tutmaya çalışıyor. İçerideki ışığı, içerideki insanları, insanlığı tutuyor, ardına saklıyor bordo, mavi, yeşil, kahverengi kalın perdeler.

Biliyorum hepsi orada, kıyısından açıp bakıp kapatıyorlar perdeleri. Hiçbir şey olmamış gibi yapıyorlar, hiçbir şey duymamış gibi…

Her şey yalnız olabilir, bir hayat, bir anı, bir aşk, bir sevda türküsü, solan bir gün, o karanlık gecelerin hepsi, bir kadın, bir adam, belki bir çocuk, ama bir çığlık nasıl yalnız kalır, nasıl yalnız bırakılır.

Gecenin içinde, geceyi sessizce yırtarak yükselen o figan, o acı bütün yalnızlıklarımı susturuyor. Usumda bir yangın, bir kıyamet başlıyor.

Durduramıyorum.

Her şey alt üst oluyor. Her şey, her yerde söyleyecek söz bulamıyorum. Her sabah evden çıkarken selamlaştığım adamlar, kadınlar, saçını okşadığım çocuklar komşularım, sokak kedileri, bu sokağın köpekleri, akasya ağacı, komşunun bahçesindeki narçiçeği, begonyalar, camgüzelleri, bir baştan bir başa sokak, sokağımın sakinleri neredesiniz?

Bu çığlık kimin, hangimizin çığlığı?

Yoruluyor, gecenin bir vakti eşini kaybeden kadın. Usulca susuyor. Ama şimdi sokağın her yerinden bir inilti, kahreden bir feryat figana dönerek yükseliyor. Pencereler, perdeler tutamıyor o iniltileri, bir birine karışıyor, yükselip düşüyor paramparça olmuş insanlığımız…

Hasan KAYA
23 Haziran 2014 Pazartesi