.: Kabahatin büyüğü bizim

Biliyorsun en çok edebiyat üzerine yazmayı seviyorum, şiirlerden söz etmeyi. Ama ne yazık ki; bunu sanki bize çok görüyorlar. Biz ne kadar kaçarsak kaçalım, politikanın o sevimsiz konuları gelip buluyor bizi.

Biz günlük politikanın dar sınırları içinde sıkışıp kaldıkça; sinema, tiyatro üzerine hiç konuşamıyoruz, sahne sanatlarının insanı insan yapan gücünü bir kez olsun öne çıkaramıyoruz.

Ama nasıl yapabilirdik ki; biz sanatçıyı “eğlendirici”, sanatı eğlence aracı olarak gördük hep. Ne yazık ki; sanatı, yaratıcılığı geliştiren, düşündüren, eğiten, bilinçlendiren, öğreten olarak hiç görmedik.

Dinlediği uvertürü operanın tümü sanıp, yerinden kalkıp gitmek isteyenlerin sayısı hiç de az değildir bu ülkede.

Sanattan söz etmek yerine sahne sanatçılarının kıyafetinden, üstelendiği rolden kalkarak kişilik analizi yapmaya çalışanların yazar, köşe yazarı sayıldığı, ahlak ile en olmadık yerden bir bağ kurmaya çalışanların suyun başını tutuğu bir ülkede, sahne sanatçılarının gerçek değeriyle ele alınması ve sahne sanatlarından hakkınca söz etmek elbette mümkün değildir.

Resim üzerine, ne az şey yazılır bu ülkede bilir misin? Renklerin dilini bilmeyenlerin sevmekten söz etmesi mümkün müdür?

Resim sanatının renklerle, sanatın bir bütün olarak ruhumuzun derinliklerindeki sevgiyi, aşkı uyanmaya çağırdığını bilmeden nasıl sanata gerçek değeri verebilir? Sanat yapıtlarına tükürenlerin, ucube ilan edenlerin belediye başkanı, başbakan olduğu bir ülkede, sanatın bir değeri olabilir mi?…

Sevmeyi, aşkı sanat olmadan, edebiyat olmadan nasıl anlatabilir, nasıl yaşarız hiç düşündük mü?

Sanatın, edebiyatın olmadığı her yerde örgütlü barbarlık zamanın ruhunu okşuyor, içimizdeki caninin eline; İbrahim’in oğlu İsmail’in boynuna uzattığı kör bıçağı veriyor.

O örgütlü barbarlık her yerde.

Onların kör bıçak tutanı ile kalem tutanı arasında hiçbir fark yok. En büyük kıyımı o ikinciler edebiyatta, şiirde yaptılar. Şiiri sahipsiz buldular, katlettiler. İki güzel söz yazan kendini şair, yazdığını şiir sandı.

“Aşk” dediler pespaye duyguların arabesk çığırtkanlığına. Aşkı vurdular. “Sevgi” dediler, sevgiyi vurdular.

Edebiyattan bu kadar uzak, sanattan bu kadar uzak; sevgiyle, aşkın var ettiği ütopyalarımızın olması, yaşaması mümkün değildi. Karanlıklardan çıkamayışımız bu yüzden, bu yüzden içinde devinip bir türlü çıkış yolu bulamadığımız bu çöl yalnızlığı…

Sevgiyi bu yüzden büyütemiyoruz, aşkı bu yüzden yaşayamıyoruz. Kimsenin dili; “kabahat bizim” demeye varmasa da, direnmeyi seçmek yerine teslim olmuşsak, kabahatin büyüğü bizim sevgilim.

Hasan KAYA
23 Eylül 2014 Salı
(Sevgiliye Gönderilmemiş Mektuplar )