.: Kaşı değildi sevdiğim…

Şaşırmıştı, sormadan edemezdi artık; “Nasıl yani?” diyerek söylediğimi anlamsız bulduğunu, bilmek ve anlamak için daha başkaca şeyler söylemem gerektiğini ifade ediyordu.

Çünkü; “Öyle… gittiği için daha çok seviyorum, daha çok özlüyorum” demekle yetinmiştim.

İnanılacak gibi değildi, ama söylemeye gerek görmüyordu bunu, ben inanmadığını gözlerinden okunuyordum.

Neden inanmadığını dayanamayıp açıkladı; “Bizde gidene küfür ederler, arkasından olmadık söz ederler. Bu benim için yeni” derken açıklamamın yetersiz olduğunu, onu tatmin etmekten çok uzak olduğunu anlatmaya çalışmaktan başka, beni konuşturmak istediğini fark ettim. Geldiğimde birlikte getirdiğim, durgunluğumu, kederli halimi konuşursam üzerimden atarım diye umuyordu. Üzerime çöreklenen kara bulutları dağıtmaya karar verdiğinden artık emindim. Aslında bunu anlatmak için sözcüklere ihtiyacı yoktu. El kol devinimlerini tamamlayan, yüz ifadesi her şeyi fazlası ile anlatıyordu.

Bir an; “Buruşturma öyle yüzünü muşmula gibi… öyle işte…” demek aklımdan geçtiği halde bir şey demedim. Masada şarap, kuru yemiş, denizden gelen tuz ve yosun kokusu, bakıştık sessizce bir süre.

Bir insanı neden sevdiğimizi anlamakta anlatmakta bazen çok zordur. Söze nereden başlayacağıma bir türlü karar veremiyordum. Lafı biraz dolandırmanın işe yaradığı aklıma gelince; “Kaşı değildi sevdiğim” dedim.

Ben daha lafımı bitirmiştim ki devamını tahmin ettiğini göstermek istercesine “Gözü de değildir kesin” dedi.

Gülüştük…

“Öyle” dedim…

“Neyini sevdin peki” diye sormamak için kendini zor tutuyordu. Onu daha fazla merakta bırakmadan devam etmem gerektiğini biliyordum, ama ben henüz nasıl anlatacağımı bilmediğimden lafı dolandırmakta kararlıydım.

Bir süre sevginin soyutluğundan söz ettim. Soyut her kavram gibi tarifinin zorluğundan bahsettim. Gülen gözleri; “Bunları ben de biliyorum, geç” diyordu.

Bildiğinden emindim. Kısa kesip geçtim.

“Bir insanda sevilesi en değerli şey; onun kendisi olmasıdır” dememle konuya döndüğünü ilgisinin canlandığını gördüm. Çok bilinmez, yeni bir şeyden söz etmiyordum, ama baştan beri ilk kez, çoktan gelemem gereken yere geldiğimin farkındaydı.

“Birey olmak zordur” dediğinde toplum olarak en eksik, en zayıf yanımızdan söz ettiğinin bilincindeydi.

“Öyle” demekle yetindim.

Daha fazla söze gerek kalmadığını düşünüyordum ki; “O zaman helal olsun ona” dedi ve arkasına yaslandı. Öyle sıradan bir “helal olsun” değildi bu, yürekten alkışlıyordu.

Bir an “İşte bunun için onu çok seviyorum” demek içimden geçti. Başkalarında bu duyguları devinime geçirebilen, saygı gören, kendisi olmayı başaran, birey olarak kendi kararının sonuçlarına katlanabilen, bizim hoşumuza gitmese de değerliydi. Ancak böyle insana güvenilir, ancak böyle insan sevilirdi. Zor da olsa, ezip gitmeyi göze alan, dönüp sevmesini de bilendi…

O yürekten alkışlar arasına düşen; “Yazık olmuş” sözü benim için üzgün olduğunu anlatmaya yetiyordu. Aslında bunu demesine de gerek yoktu, bu da; yüz ifadesinden, kısılan gözlerinden, bıyıklarıyla oynamasından belli oluyordu.

Bir an ilerleyen saatlerde şarapla koyulaşıp rengini bulacak olan sohbetin bir yerinde yeniden bu konuya döneceğimiz aklıma geldi. Onu çok iyi tanıdığımdan, yeniden başladığımızda bu sefer; “yazık olmuş” demekle kalmayıp “eşeklik etmişsin oğlum” da diyeceği kesindi.

Bir kez daha; “Öyle” derken bir süreliğine konuyu kapatırken; ne çok “öyle” dediğimin farkına vardım. O zaman, çok içmek istedim, çok sarhoş olmak, çok ölmek….

Hasan KAYA
17 Temmuz 2014 Perşembe