.: Ötekine Düşmanlık, Sağın Yedeğine Taşınmaktır!

Günümüzde dünyada insanlar artık doğdukları yerde yaşayıp ölmüyor. Küreselleşme dünyaya yeni bir çehre kazandırma yolunda. Bu yazı yazıldığında dünya üzerinde 60 milyon insan doğduğu ülkede yaşamıyor, göçmen ya da mülteci konumunda.

Bu sayı giderek artıyor.

Bölgesel savaşlar bunun başlıca nedenlerinden biri, iklim değişimi, doğal yaşam alanlarının hızla tahrip edilmesi, yaşanmaz hale getirilmesi bu göçlerin ve mülteciliğin asıl nedenleri arasında sayılıyor. Küresel sermayenin ulusal ekonomileri tahrip etmesi, işsizlik, yoksulluk da bir diğer neden olarak öne çıkıyor.

Türkiye tarihler boyunca göç almış ve vermiş bir coğrafi bölgede bulunuyor. Tarihin hiçbir dönemi yok ki, Türkiye toprakları göç alamasın, göç vermesin…

Günümüzde de böyle.

Türkiye’de yaşayanların büyük bir çoğunluğu, göçmenliği en azından ülke içinde yaşadığı göçlerden bilir. Kime sorsanız, bir yol öyküsü mutlaka vardır. Ben, o öyküleri çok erken yaşlarda yazmaya başlayanlardanım. Önce İstanbul’a, ardından yurt dışına kadar uzanan, bir yanı mülteci bir göç öyküsü benimkisi.

Gittiğim her yerde azınlıktım, ötekiydim…

Şimdilerde göç ve mültecilikten söz edilince, ilk akla gelen haklı olarak, Suriyeliler oluyor.

Suriye iç savaşı büyük bir göç dalgasıyla karşı karşıya bıraktı bizi. Burada bu göç dalgasında bizim de payımızın olduğuna girmeyeceğim. Türkiye’nin Suriye politikasının yanlışları, bu göç dalgasının büyümesine katkıları çok yazılıp çizildi.

Siyasetin o kirli dilini kullandığımız her seferinde, sıradan insanların yaşadığı acıları gözden kaçırıyoruz. Belki böyle yaptığımız için de, siyaset hep bir çıkmaz yola giriyor, çözüm yerine çözümsüzlükler üretiyor. Daha insancıl olmayı, asıl varlık nedeni olan, insana fayda sağlama işlevinden uzaklaşıyor.

Aylan Bebeğin, o bir karelik fotoğrafının gölgesi altıda ezilen siyaset kurumu, kendini çabuk topladı. O olay hiç yaşanmamış gibi yeniden kendi gündemine döndü. Kirli pazarlıklar, çıkar ilişkileri, iktidar savaşları şiddeti kutsayan, toplumların en ücra hücrelerine kadar işlemeye kaldığı yerden yeniden devam etti.

Türkiye’den başka bir yer bilmeyenler için bizim siyasilerin şiddet dilini sık kullandıklarını, şiddetten beslendiğini düşünebilirler.

Ama öyle değil.

Dünyanın her yerinde oynanan oyun aynı. Bizimkiler, bu büyük oyunun; yerli ve milli versiyonu acemice sahneye koyuyorlar.

Bütün dünyada, uzun bir süredir, siyasiler şiddet dilini eskisinden daha sık kullanıyorlar. Genel olarak baktığımızda, şiddetten beslenen bir siyaset kurgusu oynanan oyunun ana hattını oluşturuyor. Toplumlar terörle, ötekisiyle korkutularak teslim alınmak isteniyor. Kimse ötekisinin gözünün yaşına bakmıyor. Terörden, teröristten korku, patlayacak bombalardan korku, mülteciler, siyasal rakiplerden, ötekiden korkuya kadar her alandaki korku kullanıyor.

İnsanın ötekisinden, siyasi rakiplerinden, terörden, teröristten korkması giderek şeytanlaştırması en soylu düşüncelerinin dahi kirlenmesine, kendisini terk etmesine neden oluyor.

Bu korku bir adım ötede, kişiyi sağ siyasetin yedeğine taşıyor.

Hasan KAYA
4 Nisan 2016 Pazartesi