.: Terörün lanetli yenilmezliği…

Terör ve terör örgütleriyle günümüzde mücadele etmek oldukça zorlaştı. Çünkü günümüzdeki terör örgütleri çok farklı bir örgütlenme ve eylem planlamasına sahipler. Bu örgüt yapısı istihbaratın alınmasını zorlaştırıyor. Eylemlerin önüne geçmede zafiyetlerin oluşmasına neden oluyor. Adını sıkça duyduğumuz terör örgütlerinin hepsi; birbirinden bağımsız, birbirini tanımayan ve merkezin doğrudan denetimi altında olan kadrolardan oluşmuyor. Örgütün merkezinin dışında durabilen, oldukça bağımız, gerektiğinde inisiyatif alarak harekete geçen hücreler, eylemciler ve taraftarlardan oluşuyor.

Kanlı eylemler de bu küçük hücreler, örgüt üyeleri, hata bazen taraftarlar tarafından planlanıp gerçekleştiriliyor. Eylemlerin uzun vadeli stratejik hedeflere yönelmesi, örgüt içi uzun tartışmalarla belirlenen taktiksel eylemler olmaması, izini sürmeyi zorlaştırıyor. Bu, bizim eski terör eylemi yapan örgütlerden bildiğimizden çok farklı, örgütlenme ve eylem planlamasıdır. Yani örgütün merkez organları, çoğunlukla bizler gibi, eylem olduktan sonra haberdar oluyor, eylemi üstlenen bir açıklama yapmakla sınırlı eylemle ilişki içinde oluyorlar.

Bu tür eylemlerin gizli servislerin işini zorlaştırdığı açık. İstihbarat örgütlerinin yetersiz ve etkisiz kalmasına neden olan bu durum, baştan yanlış iliklenmiş düğme gibi aşağıya doğru, güvenlik önlemlerinin alınmasını etkisiz kılıyor.

Bugüne kadarki tecrübemiz, bu terör örgütleriyle mücadelenin, klasik yöntemlerle olmayacağını açıkça bize gösteriyor. “Terörün başını ezeceğiz, son terörist kalana kadar mücadele edeceğiz” sözleri eşliğinde eski yöntemlerde ısrar, “terörü kınıyoruz, lanetliyoruz” nakaratının tekrarlanmasından başka bir işe yaramıyor.

Her terör eylemi sonrası, yaşanan can kayıplarının acısı yerde dururken yapılan açıklamalar, alınacağı söylenen tedbirlerin hepsi neredeyse bu geçmiş güvenlikçi yaklaşımların tekrarının ötesine geçmediği sürece, bu terör saldırılarının önüne geçmek mümkün olmayacak.

Böylesi terör örgütlerine karşı nasıl mücadele edilebilir sorusuna yanıt aramaya geçmeden önce şu tespiti yapalım. Bu terör örgütleri dini ve etnik kimlikler üzerinden kendilerini ifade eden örgütler oldukları için her eylemlerini olumlu bulan, alkışlayan bir kesimi hazır bulmaktalar. Bu da bir başka söylemle; doğal bir kitle destekleri olduğu anlamına geliyor. Bu doğal kitle desteği, eylemin büyüklüğünü, acımasızlığını göze almayı kolaylaştırıyor.

10 Ekim’de iki canlı bomba ile 102 kişinin öldürüldüğü, Ankara Gar Katliamı sonrası Konya’da oynanan ulusal futbol karşılaşmasında saygı duruşuna dahi tahammül edemeyen, ıslıklayan, yuhalayan bir kitlenin olduğunu gördük. Bu kitle giderek büyüyor, güç kazanıyor. Yeni yıl öncesi, “Neol Baba’ya” yapılan komik göstermelik saldırılar, her köşe başında dağıtılan, yılbaşı kutlamasının günah olduğunu vazeden bildiriler, kimi yayın organlarında yılbaşı kutlamaları hakkında çıkan olumsuz haberler, köşelerden yapılan yorumlar, Diyanetin camilerde okunan Fetvası, 1 Ocak 2017’nin ilk saatlerinde yaşadığımız katliamın yapılmasını kolaylaştıran etmenler arasında sayılmalıdır. Toplumda bir kesimi hedef alan, eylem ve söylemin siyasiler, güvenlik güçleri ve yargı tarafından sessizce seyredilmesi, kayıtsız kalınması dolaylı destek olarak algılanmasına yol açtığı/açabileceği üzerine, şapkalar masaya konarak oturulup düşünülmelidir. Bu algının oluşmasına hizmet eden her söz, her davranış biçimi, bu türden saldırılara istem dışı da olsa, bir tür meşruluk kazandırmaktadır. Bunun terör örgütlerinin eylem yapmasını kolaylaştıracağı, özendireceği hesaba katılmalıdır. Çünkü terör örgütlerinin eylemleriyle toplunun farklı kesimlere verdiği farklı mesajları vardır. Eylemleriyle toplumun bir kesimi (karşıtları) üzerinde baskı yaratma, yıldırmayı hedeflerlerken, kendilerinden gördükleri, doğal tabanlarını pekiştirmeyi hedeflerler. Bir sonraki adımda bu taban içinden yen militanlar devşirmeyi hedefler.

Bu ilkimin önüne geçmek sorunun çözümü yönünde ciddi bir adım olmakla birlikte, terörün sonlandırılması anlamına gelmez. Naif bir yaklaşımla her şeyin çözümünü bu noktayla sınırlamak ne doğrudur ne de akılcı. Terörle mücadele, terörü var eden koşulların ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Bu da dünyaya hâkim olan kapitalist sistemin, emek sömürüsünün sorgulanmasını zorunlu kılar. Yani sivrisineklerle uğraşmak yerine bataklıkla, bataklığı besleyen kanallarla doğrudan uğraşmak gerekmektedir. Bu bataklığı var eden sistemin hedef tahtasına konmadan onun dünyaya armağan ettiği bu beladan kurtulmak mümkün değildir.

Kapitalist sistemin ömrünü uzatmak amacıyla, çok uluslu şirketlerin çıkarlarının en yalın ifadesi olan politikaların bir uzantısı olarak, sürekli baş vurulan bölgesel savaşlar, haksız işgallerin beslediği, büyüttüğü bu olgu doğrudan sistemi, küresel kapitalist sistem hedef almadan aşılacak gibi gözükmüyor. Küresel sermayenin politik enstrümanıyla terörle mücadele edilmez, aksine terörün giderek yaygınlaşmasına, küreselleşmesine katkı verilir. “Ulusal çapta ülkelerin servetleri her geçen gün artan bir biçimde daha az sayıda kişinin elinde toplanırken bu durumun bir benzeri dünya ölçeğinde de yaşanmaktadır.  Örneğin: “dünya nüfusunun beşte biri günde bir dolar ya da daha az parayla yaşamaya çalışırken dünyanın zenginleri, obezite gibi aşırı beslenmenin yol açtığı sorunlarla karşı karşıya.”[1] Yine dünyada “üç kişinin toplam serveti 1997’de olduğu gibi dünyanın en yoksul 48 ülkesinin ulusal ekonomilerinin toplamına eşit”[2] ise ve bu dengesiz gelişim sürdükçe”[3] Terörün son bulması ne yazık ki olanaksız gibi gözüküyor.

Özellikle son yıllarda hızla artan oranda dünyanın belli başlı gıda tekelleri Afrika ve Asya’dan büyük miktarlarda toprak satın alıyorlar. Aldıkları bu topraklar üzerinde özelikle kar getirecek olan gıda üretimi yaparlarken, bölgenin ekolojik dengelerini bozuyor, halkları hızla yoksullaştırıyor, açlık sınırının altına doğru itiliyorlar. Kendi tarlasında çalışanları kapitalist gıda tekellerinin sıradan ucuz işgücü haline getiriyorlar. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre dünyada üretilen gıdanın 14 milyar insana yetecek kadar olduğu halde, 7 milyar insanı doyuramadığını belirtiyor.

Enerji kaynakları, fosil yakıtlar üzerindeki kavga bütün hızıyla sürerken, buna su ve verimli arazilerin ele geçirilmesi kavgası eklenmekte. Şimdiden Afrika ve Asya’da büyük bir sır gibi saklanan toprak alımları söz konusu Bağımsız gözlemcilerin tahminleri, 20 ile 60 milyon hektar arazinin başta Avrupa ülkeleri, ABD, Kanada gibi sanayileşmiş ülkeler olmak üzere, Çin ve Suudi Arabistan, tarafından satın alınmakta. Burada sözü edilen birkaç Almanya büyüklüğüne tekabül eden arazidir.

Terörün kaynağı söylendiği ve/veya görünür olduğu biçimiyle belli dinler ve etnik kimlikler değildir. Terör kapitalist sistemin özüne ilişkin bir şeydir. Kapitalizm bir sistem olarak, dünya üzerinde varlığını sürdürdüğü sürece, bölgesel savaşlar ve terör ortadan kalkamayacak, değişik biçimler, adlar ve kimlikler üzerinden hep tanıklık edeceğimiz bir olgu olacaktır.

Hasan KAYA
2 Ocak 2017 Pazartesi


[1]Gerry Gardener, Dünyanın Durumu 2002, TEMA Yayınları. Sf 2

[2]Gerry Gardener, Dünyanın Durumu 2002, TEMA Yayınları. Sf 1

[3] Hasan KAYA, Göç Yolları, Senfoni Yayınları. Sf. 14