Ve gidiyorum…

Dünden beri yıldızını yitirmiş bir gece gibi sesiz suskun bakışlarım. Gözlerimi köşe bucak saklıyorum kendimden.

Usulca kokusunu yitirip paslı bir kırmızıya dönüyor anılar. Çok sonra anımsadığımda canımı acıtır mı, o gözümün önünden gitmeyen küskün hallerin. Yoksa ayçiçeklerinin güneşe dönmeleri gibi, yeni kavuşmalara mı dönerim yüzümü…

Bilmiyorum…

Gelinciklerin tohumlarını bıraktığı toprağa, uzaklara gidiyorum. Bir fırtına ki, yapraklarını dökmeye dikmiş gözünü.

Kahreden, fütursuz…

Görmemelisin telaşımı, burkulmamalı yüreğin. Biliyorum, elinde olsaydı, dağ olup dururdun fırtınaların önünde, düşecek her çocuk için. Belki bu yüzden çocukça duygularla koşuyordu içimdeki sesin.

Şimdi, öyle kırgınım ki kendime. Tenimde titreyen hüzne eşlik ediyor dokunuşlarını anımsatan sızı.

Az sonra.

Evet, az sonra bir kez daha ve son kez veda edeceğiz birbirimize. Ben çekip gideceğim buralardan.

Gece yarısını çoktan geçti vakit. Ocak sonu, gök gürlüyor, bir yerlere yıldırımlar düşüyor, çakan şimşekler sonrası. Gümüş bir bıçak bir uçtan diğerine kesiyor gecenin karanlığını.

“Az sonra yağar” dememe kalmadan yağıyor, bardaktan boşanan yağmurlar.

Yüreğimdeki yağmurlar, ıslak susuşlar onlar hiç dinmedi. Sırılsıklam bir yalnızlık içinde sensizlik…

Kendime veda ediyorum.

Her seferinde giden olmanın yükünü nasıl taşıdığımı bilmek istemeden, gidiyorum.

Duran olmaya, giden olmaya, gidip de gelmemeye alışıyor insan.

Dönüp bir daha asla okumayacağım, kitap sayfaları arasında kurutulmaya bıraktığım, bir gül her vedaa…

Elveda…

Hasan KAYA