Aynı şeyleri yaşadığımız yanılsaması içinde tarihin bir tekerrür olduğunu söylüyoruz, düşüp bir masalın içine, korkularına yenilmiş, telaşını saklamayan bir masal kahramanı gibi duyumsuyoruz kendimizi.

Bir varmış, bir yokmuş ile başlayan bu masalda iyilerin sayısı artmıyor sanki. Karşı çıkanların hepsi yedi kişi, yedisinin boyu beş karış, yedi cüce. İsteseler de güzeli koruyamıyor, kötülere güç yettiremiyorlar.

Çok uzaklarda bir yerlerde, evvel zaman içinde kalmış, güzeli öpen, uyandıran prensler yok artık.

Söven, sövdüğü ile kalan karanlığın kara donlu zalimleri, yaptığı ile kalıyor. Dönen zaman içinde onların sözü geçiyor halâ.

Alın teri döktüğümüz, göz nuru akıttığımız, çalışıp çok etiğimiz onların oluyor, dolan cep onların, artan servetler onların kasalarında kalıyor.

En serbestinden piyasa ekonomisi, yabancı sermaye, bono, tahvil, döviz kurları, borsa oyunları, dönen çarklar, ellerinde salladıkları nalıncı keseri her vurmada kendine yontuyor.

Onlar hep kendine demokrat, hep kendine Müslüman, eş olmak, eşit olmak, sayfaları solmuş Yurttaşlık Bilgisi kitabında unutulmuş bir satır.

Dillerinden düşmeyen hep o bildik nakarat, aynı söz dizimi: “Memleketim, memleketim, güzel memleketim.”

Dilin kemiği, yalanın, aymazlığın sınırı yok. Onların memleket dedikleri; babalarının çiftliği görüp, haraç mezat satılığa çıkarttıklarıdır.

Kuru ekmek, katıksız yalanla besleniyoruz halâ. Dönüp baktığımız yüz, sıktığımız el yalan söylüyor. Kitaplar, gazeteler sür manşetler yalan söylüyor.  Verdikleri söz, ettikleri duaları yalan.

Yalanlarından kaçış düştüğümüz bir uçurum boşluğunda asılı kalan gözlerimiz, düşen sesimiz param parça kendini ararken, ince bir kadın sesi, ağlayan çocuk, aç gezen ev kedisi sessizliği içinde kapıdan süzülüp dar odalarda dört döner yoksulluk.

Sokağa açılan kapısı lâl evlerin yalnızlığında bakmalar bir kapı ağzından içeri, bir pencerenin pervazında, diyecek sözünü yitirmiş susmalarıyla kadınlar, hayata küs uzak rüzgârların salladığı oyası solmuş mendildir artık.

İşsizlikle gelen yokluğun, yoksulluğun yendiği adamların elinde kendini atar akşamın yorgun sedirlerine çaresizlik.

Gecenin mavisi, gidemediğimiz denizler, solan kır çiçekleri, açan nergis, papatya, “güzel günler göreceksiniz çocuklar” dediğimiz, söz verip tutamadığımız, bin Ali, bin Ayşe tutuyor elimizi.

Çocuklar gelincik sesiyle konuşuyorlar, dokunup uyandırıyorlar sabahı, mavi gülen deniz çoğalıyoruz. Masallarla kandırdığımız, gecenin beşiklerinde ninnilerle sallayıp uyuttuğumuz çocukluğumuz kalkıp düşüyor yollara.

Yollardayız yeniden, varsın az gittiğimiz uz olsun, dönüp ardımıza baktığımızda, gittiğimiz bir arpa boyu yol olsun.

 Hasan KAYA
20 Nisan 2008 Pazar