.: Dilek ağacı…

O yıllarda modaydı. Okul bitti bitecek, herkesin elinde bir defter. Sevdiğine, sevmediğine uzatıp, hatıra kalması için bir şeyler yazmasını isterdi.

Aklına bir şey gelmeyen işin kolayına kaçar bir şarkı sözü veya bildik bir şiir yazardı. Gerisi bir birinden kopyalanmış dilekler, güzel teminiler art arda sıralanır giderdi…

Olurdu, olmazdı derken bende arkadaşların ısrarına dayanamayıp paraya kıyıp, güzel deri kaplı bir defter aldım. Önce sevdiğim arkadaşlara, sonra rast gele kim karşıma çıktı ise ona uzatım bir şeyler yazmalarını istedim.

En renkli sayfalar kızların yazdığı sayfalar oldu. Değişik renk kalemler kullanmadan turunda dayanamayıp papatya resimleri bile yapanlar vardı yazdıkları şiirlerin yanlarına.

Şimdi bazen kalkıp kitaplıktan alıp okuyorum, hepsi hoş saf tertemiz duygular. Uzayıp giden satırlar.  Adlar, soyadları ve bazı anılar, yaşanmışlıklar duruyor yerli yerinde. Ama yüzler onlar silik, onlar kaybolmuş, anımsamakta zorlanıyorum. Yüzümde bir kızarma, bir utanma duygusu. Vefasızlıklara düşme telaşı…

Bunca güzel dileği yüreğinde beslemiş yazmış arkadaşları anımsamamak olacak iş mi?

Ama oluyor işte, yaşlanıyoruz.

Ne güzel yazmış Kezban. Bir de “ayağın taşa değmesin, tuttuğun altın olsun” demiş olsaydı babaannemden sıkça duyduğum aynı dileklerde buluşacakmış.

İnsan sevince yere göğe sığdıramıyor. Her şeyin en güzelini, her şeyin en iyisini istiyor. Hep kocaman başarılar, başarı dilekleri, hep büyük mevkilerde görme istekleri.

Hiç biri olmadı tabi.

Sıradan bir fabrika işçisi oldum. Ağır işçilik yaptım tornada tesviyede çalıştım, terledim. Ekmeğimi demirden, çelikten söke söke çıkardım.

Özlemleri büyüttüm, özledim. Hüzünlere yenik düştüm bazen, bazen yorgunluklara. Acılarda oldu hayatımda yenildiğim kederlerde. Bir yerde hep yüreğime söz geçirip susturdum. Şimdi dönüp bakıyorum da dolu dolu yaşanmış yıllar okunmuş bir sürü kitap, uykusuz geceler ve yazdığım yazılar kalmış bana…

Gönül rahatlığı ile “yaşadım” diyebiliyorum şimdi. Çünkü acıları alt eden güzellikler gördüm, yaşadım. Anılar biriktirdim. Bir de sevdim hep yürekten… Yaşadığım güzellikler olmasa nasıl katlanılırdım onca zorluğa, onca acılara. Yalnızlığa nasıl baş eğdirebilirdim. Her sabah umutla kalkan gün, uzak düşlerim olmasa nasıl “aşk var” derdim bu kadar rahat bu kadar fütursuz…

Yine o defter, yine geçmişin güzel renkli sayfaları. Tersten gelip başa, ilk sayfalarda kara oğlan Hakan’ın yazdıklarında kalıyorum.

Yazdığı güzel satırların sonunda yine o muzip sivri dil. “Zoru gör, zoru tanı, acıyı kıvamında yaşa, sorunlardan kaçma. İrili ufaklı hep sorunların olsun, olsun ki yaşadığını hisset, bilerek yaşa…”

Tam da dediği gibi oldu ama her şeye rağmen bilerek, tadarak ve dokunarak yaşadım, yaşıyorum.

Her zorlukta, yaşanan her acının ardından uzaklara gülümseyip söylendim kendi kendime; “yaşadıklarım, şom ağızlı bir arkadaşın tutan dileği mi” diye.

Tabi ki değildi.

Çocuktuk, ne çok dualar edildi, güzel dilek dilendi, dilek ağaçları bezlerle, iplerle bezendi. Ama hayat, o kadar kendinde bir şeydi ki; dilek ağacından dilediklerimizden habersiz olduğu kadar sevdiklerimizin bizim için istediği tüm güzelliklerden ve içten dilediği o dileklerden bihaberdir.

 Hasan KAYA
25 Eylül 2009, Cuma