Ellerimde fesleğen kokusu…

Söze bir yerden başlayıp bir şeyler söylemek, bir duyguyu devindirmek, bir merakı kışkırtmak lazım. Yoksa sessizlik olacak. Yan yana bir soluk atımı uzaklıkta o can sıkıcı yalnızlığımız saracak. Seni bilmem ama vuracak can evimden beni.

Hadi susma.

Sen konuşursan yıkılacak bu umutsuz bekleyiş, bu yalnızlık.

Zor olan konuşmak değil sevgilim. Zor olan susmak. Sen zoru başardın. Kolayı yapabilseydin keşke…

Saatlerce konuşabilirim. Bir kelebeğin kanadına boyadığımız renkli umutları, bir karıncayı hayata bağlayan boyundan büyük işleri anlatabilirim.

Gözlerine çaresiz yakalandığım, derinliğinde yittiğim, seni ilk öptüğüm anı anlatabilirim. Titreyen ürkek, kaçmakla bana koşmak arasında gidip gelen halini; sonra seni ilk gördüğüm o bekleme salonun loş yalnızlığını. Yerden kalkıp genzi tıkayan o toz bulutu içinde kumral gülüşünü

Umarsız dünyaya aldırmaz denize küs bakışını…

Telaşsız küçük adımların, konuşurken gözlerinin içinin gülmesi.

Sözlerin, birer birer. Gözlerin ışıl ışıl sardı. İnce parmakların cımbız görmemiş kaşlarına çeki düzen verirken kirpiklerin öpüştü özlemle…

Aynı iklimin yağmurlarında farklı damlalarda ıslanmak. Aynı zamanın farklı anlarında kesişen yollarımız.

Seni sevmek özlemekti sevgili. Seni yaşamak sigara dumanı gibi içime hapsedip özgürlüğe solumaktı.

Sen varsın diye mutluluk tabloları çizdim mavi göğe. Şiirler yazdım erguvan renginde narin. Ve hiç unutma; bu gri bulutlar dağılır bir gün. Mavi göğe ak umutlarımızı yazarız.

Koklarsın umuduyla saksıda dağ çiçeği yetiştirdim. Yeşil yapraklar arasında açan mor, beyaz çiçeklerden, odamı saran acımtırak ve derin bir kokuydu yayılan.

Şimdi kurutup bir başka bahara sakladığım fesleğen kokusunu taşır ellerim.

Sensizlik; kimsesiz bir sokak çocuğunun yetim gözlerinde, uçurtması tellere takılmış çocuk bakışlarımda saklı. Sılasına özlem duyan yurtsuz türkü yüreğim.

Yıllar da geçse üzerinden, kilometrelerce yollar da girse araya, daha demincecik sarmış gibi sıcak sakladım seni koynumda.

Hadi susma, de bir şeyler…

Hasan KAYA
Ecelsiz Ölümlere Yaz Beni sf. 65