.: Güzellik dayatması altında tüketim nesnesine dönüşen kadın…

İçinde bulunduğumuz iletişim çağında toplumsal, dini, politik, estetik, psikolojik, ekonomik ve küresel boyutları olan evrensel bir “kadın sorunu” yaşanmaktadır. Kültürden kültüre değişen güzellik tutkusunun kadınlara mal edilmesi, kadını estetik kaygılara sürüklemesi, yaşamdan ve değerlerinden alıkoyması gibi pek çok nedenden dolayı güzellik olgusu da bir sorunsala dönüşmüştür. Kapitalist tüketim ekonomisi, ataerkil ideolojiler ve medyanın desteklediği güzellik dayatması, bugün televizyon, dergi, ilan ya da sosyal ortamlarda salt görünüşüyle ön planda tutulan temsiller aracılığıyla vuku bulmaktadır. Belirli bir imaj setine karşılık gelen ideal güzellik ölçülerini yakalamaya çalışan kadınlar; bir araç, süs ve seks imgesine dönüşmektedirler. Bu imajın görünür, arzulanabilir ve erişebilir olmasında medyanın payı büyüktür. Çalışmada bu süreçlerle ilişkisi içinde ele alınan güzellik olgusu kadın sorunları kapsamında değerlendirilebilecektir.

Medya, sınırları önceden belirlenmiş günümüz güzellik idealinin güçlü bir üreticisi/aktarıcısı/taşıyıcısıdır. Çünkü medya, kitleler arası iletişimi sağlayan yegâne yoldur (Sezgin & Şenol, 2010, s. 460). Tüketim ekonomisinin güdümünde adeta kendini tüketmeye yönlendirilen kadın için güzellik, ulaşılması zorunlu bir hedef olarak kurgulanmaktadır. Gündelik yaşamın hemen her alanında kadınlar, medyanın sunduğu “ince beden-hokka burun-yanık ten-dolgun meme ve dudak” gibi özelliklerden oluşan bir imaj setine (Güzel, 2013, s. 12) bağımlı hale getirilmektedirler. Çeşitli söylem, eylem ya da pratiklerin tekrarından oluşan bir içselleştirmeye maruz kalan kadınlar, Gramsci’nin (1971) anlatımıyla gönüllü kabule dayalı hegemonik bir sürecin aktörleri olarak rol almaktadırlar. Gramsci’ye (1971) göre hegemonya, egemen grubun toplumsal yaşama dayattığı genel yönelime büyük kitlelerin kendiliğinden rıza göstermeleri ve bu yönelime tâbi olmalarıdır (Crehan, 2006, s. 151). Başka bir ifade ile dayatmacı bir biçimde süregelen güzellik ideallerini sorgulamadan, üzerinde düşünmeden veya kendiliğinden benimseyen kadınlar, tüketime yönelmekte, bu yolla bir kimlik/kişilik kazanmaya çalışmaktadırlar.

Medyada kadınlara bir yandan güzel, seksi ve erotik olmaları yönünde açık mesajlar tekrarlanarak verilirken diğer yandan da erkekler tarafından arzu edilen bir nesne olmaları gerektiğine dair örtük mesajlar verilmektedir (Silkü, 2010, s. 112). Neredeyse tektipleştirilen ve idealize edilen kadın imgesinde “tüketim” başrol oynamaktadır.

Seyhan Aksoy ve Aslı İcil’in (2007) reklamlar aracılığıyla “tüketen ve tüketilen bir nesne olarak kadın” konulu araştırmasında, kapitalist sistemin bir stratejisi olarak kadınların tüketime yönlendirildikleri kadar tüketildikleri de vurgulanmaktadır. Araştırmacılar, her zaman çekici ve güzel, çoğu zamansa cinsel bir obje olarak gösterilen kadın kimliğini, hem hedef kitleyi tüketime yönlendirmesi bakımından, hem de reklamların nesnesi haline gelmesi bağlamında eleştirmektedirler. Bu görüşlerini göstergebilimsel analizle inceledikleri reklamlardaki bulgularla desteklemektedirler. Bu noktada genel toplamda reklamlarda kadın imgesinin yer alma oranının yüzde 73.26 gibi yüksek bir düzeyde olduğuna işaret etmektedirler. Ayrıca çözümledikleri reklamlardaki kadınların ortak bir özellik olarak güzel ve ince bir fiziğe sahip olduğunu, yani seyirlik bir nesne olarak kullanıldığını ifade ederler (ss. 102-103).

Medyanın cinsiyetçi politikasının bir diğer sonucu, özellikle televizyon programları ya da haber kanallarında görüşlerine başvurulan ya da görüş bildiren kişilerin çoğunlukla erkeklerden oluşmasıdır. Medyada cinsiyet temsiline ilişkin bir araştırmanın sonucuna göre incelenen iki farklı ülkenin haber programlarında erkek ana aktör, kadın aktörden üç kat; erkek gazeteci imzası ise kadın gazeteci oranından iki kat daha fazladır (Toker, 2010, s. 122). Genelde bedene indirgenen, düşünsel yetiden yoksun biçimde kurgulanan kadın imgeleri aracılığıyla bir yandan tüketim körüklenirken, diğer yandan kadına yönelik değersizleştirilme politikası yürütülmektedir. Bu yolla kadın bedeni; tüketim kültürü pratiklerinin uygulandığı, arzu mekanizmasının dolayımlandığı, üzerinde yatırım yapılan ticari bir nesneye dönüşmektedir.

Kapitalist tüketim ekonomisinin adeta tanrısal bir buyruğa dönüşen mesajları, kitle iletişim araçlarının her birinde sürekli faaliyet halindedirler. Toplumsal bir projenin ürünü olarak bedene atfedilen değer yüceltilir, güzellik ve iyileşme söylemleri altında kadın bedeni, cinsiyetlendirilmiş bir alanda, bir metaya, bir fetiş nesnesine dönüştürülür. Oysaki kadın bedeni etrafında örülen medyatik söylemlerde, ideal bedene sahip olmakla elde edilecek olan itibar ve kabulün ucunda, hiçbir ekonomik değerle kıyaslanamayacak ve telafisi mümkün olmayan ifade yoksunluğu ve bireylik yitimi söz konusudur (Köse, 2010, s. 136). Yukarıda da belirtildiği gibi reklamlarda ya da kadın magazin programlarında kadın bedeni bir yandan erkek bakışına sunulurken, diğer yandan da kadınlar kendilerine “ideal kadın” nitelikleri kazandıracak ürünü seçmeye yönlendirilirler (Gencel-Bek & Binark, 2000, s. 9). Böylelikle kadınların hem tüketen, hem de tüketilen -bireylik yitimi ve akıl değerlerinden yoksun- bir konuma indirgenme süreci hız kazanır.

Pierre Bourdieu’nun kadın bedeni üzerinde tahakküm ilişkilerini de incelediği “Eril Tahakküm” (Masculine Domination – 2001) adlı çalışmasında, beden, iktidara ilişkin toplumsal düzenin meşrulaştırılmasını sağlayan bir araç görevi görmektedir. Kadın ve erkekler arasındaki biyolojik farklılıkların, cinsiyet rollerindeki ayrışmaya yol açmasının altında, bedenin toplumsal olarak cinselleştirilmiş bir gerçeklikmişçesine kurgulanması yatmaktadır. Bourdieu’ya göre, “Giyim kuşam,  yürüyüş,  konuşma, davranış ve cinsel pratikler temelde aktif erkek-pasif kadın ayrımı üzerinden sınıflandırılmıştır ve bu sınıflandırma dişil arzunun itaatkârlığını ve eril sahip olma tutkusunu ‘yaratır, düzenler, ifade eder ve yönlendirir’” (Türk, 2010, s. 17). Bir tahakküm altında kalmak her iki cins için de söz konusu olmakla birlikte, kadın doğa ve beden ile özdeşleştirilerek erkeğe oranla ikincil ya da eksik sayılmış; yüzyıllar boyunca düşün ufkundan ve uygarlık yaratma yetisinden uzak, baskı ve özel bir ezilme durumu altında kalmıştır (Berktay, 2004, s. 3). Ataerkil politikalar ve kapitalist sistemin medya ile işbirliği sonucu ikincilleştirilen kadın, bütün bu süreç içinde kişilik değerlerini besleyecek özelliklerden bir kez daha yoksun bırakılmaktadır. Ekonomik bağımsızlığa sahip olamayan, eğitim, öğretim gibi fırsatlardan yoksun, kişilik gelişiminde eksik bırakılan kadın; bir süs objesi, ticari bir nesne olarak algılatılmaktadır.

Kültür tarihi boyunca kadının üzerine kodlanan olumsuz, ikincil, zayıf olan dişilik imajı, güzelliğe dair söylemler aracılığıyla yeniden üretilmektedir. Bir diğer ifade ile tüketim kalıpları altında bir dayatmaya dönüşen ve sadece dış görünüşü iyileştirmeye odaklı günümüz güzellik ideali, olumsuz dişilik imajını güçlendirmektedir. Kişilik, akıl ya da zekâ gibi özelliklerinden bağımsız olarak sunulan bu güzellik ideali problematik olduğu kadar medyatiktir de. Sonuç olarak medyanın cinsiyetçi yaklaşımı bağlamında, eşitsizlik, şiddet, pornografi ve özellikle genç kızlar üzerinde patolojik ve toplumsal beden imajı baskısı gibi pek çok kadın sorununa “güzellik dayatması altında metalaşan kadın sorunu”nu da dâhil etmek yerinde olacaktır.

Ebru GÜZEL


Kaynakça;

Sezgin, S. & Şenol, Selmin. (2010). Medyadaki Kadın İmgesi: Anne. 21. Yüzyılın Eşiğinde Kadınlar: Değişim ve Güçlenme (Cilt IV) içinde (ss. 459-463). İzmir: Uluslararası Multidisipliner Kadın Kongresi.

Silkü, H. Aydan. (2010). Medyada Kadının Temsili. 21. Yüzyılın Eşiğinde Kadınlar: Değişim ve Güçlenme (Cilt IV) içinde (ss. 104-114). İzmir: Uluslararası Multidisipliner Kadın Kongresi.

Toker, Huriye. (2010). Norveç Ve Türk Haber Medyasında Cinsiyet Temsiline İlişkin Karşılaştırmalı Bir Çalışma. 21. Yüzyılın Eşiğinde Kadınlar: Değişim ve Güçlenme” (Cilt IV) içinde (ss.115-124) . İzmir: Uluslararası Multidisipliner Kadın Kongresi.

Türk, H. Bahadır.  (2010). “Eril Tahakkümü Yeniden Düşünmek: Erkeklik Çalışmaları İçin Bir İmkân Olarak Pierre Bourdieu”.