Haksızlık…

Ayak üstü tutuştuk lafa. Hal hatır sorduk, havadan sudan şeylerden söz ettik. Sordu, tutamadım dedim diyeceğimi. Daha lafım bitmeden atılıp: “Haksızlık ediyorsun” dedi. “Bu adamlar hiçbir şey yapmadılarsa, bu konuları ilk açan, konuşan oldular.”

Haksızlık ettiğim hükümet. Konu: “Kürt Meselesi ve demokratikleşme”.

Koluna girdim yürüdük, trafiğin, gürültünün daha az olduğu bir parka girdik. Zakkum yeşilinin az ötesinde deniz, dalgalar kıyıyı dövüyor, denizin mavi sesi bize kadar geliyordu.

Bu konuları açan, konuşan “ilk”lerden söz ettik.

“Bunda haklısın” dedi. “Bu konuları ilk kez açanların, konuşanların başına gelmedik kalmadı. Bazıları büyük acılar yaşadı, uzun yıllar içeride yatanlar, sürgüne gidenler, olmadık saldırılarla karşı karşıya kalanlar oldu. Hangisini söyleyeyim…”. Derken dudakları titremeye başladı. Onlardan bazıları başbakanın partisinin kongresinde yaptığı konuşmasında listesine aldıklarıydı.

“Evet, hükümetlerin görevi iş yapmak, laf üretmek değil,” dedikten sonra “Ama” diyerek devam etti. “Bu adamlar iyi niyetli. Bazılarını tanırım. Bu meselede bir sonuca varmak istiyorlar,” dedi ve durdu.

Anlık, kısa bir duruştu bu. Bir şeyler söylememi beklemeden, kendince benim itiraz edebileceğim can alıcı noktayı bulmuş gibi devam etti. “Adamlar sağcı. Kabul etmeseler de sağ bir parti AK Parti.”

“Bu adamlar,” dediği AK Parti ve hükümetin niyetini bir kenara bıraktık. Varacaklarını söyledikleri sonucu konuştuk.

“Demokrasi, demokratik bir Türkiye.”

Askerden arındırılmış, darbelerden uzak siyaset. Yani sosyal hukuk devleti, anayasal eşitlik… Durmuş birbirimize bakıyorduk. Söze hangimiz başlayacaktı…

Demokrasinin kimi ağızlarda ne kadar eğreti durduğunu biliyorduk. Herkesin demokrasisi kendineydi. Kendine Müslüman olmanın becerisi ile en çok becerdiğimiz de buydu. İşin garip yanı, bu durum demokrasinin özü ile de çelişmiyordu. Çünkü demokrasi birazda böyle bir şeydi. Sınıflar üstü, onlardan bağımsız değildi. Güç, iktidar kimin elindeyse ona yontan bir nalıncı keseriydi.

“İşleri zor,” dedi. Düşünceli ve artık o kadar umutlu değildi sesi. “Bu adamlar, söyledikleri kadar demokrat değiller. Belki en çok zorlanacakları nokta da burası. Kendilerine yontmayı da seviyorlar.”  Kendine Müslüman olanların demokrasisi, kendine çevresine demokratlık olacaktı.

Bu yeni bir kavramı akla getiriyordu hemen. “Yandaş Demokrasi.” Dayanamadım, söyledim aklımdan geçeni.

Gülümsedi. “Yok işte, ne yapalım.” derken tutunduğu umudun kolunun kanadının kırık olduğunu o da biliyordu. “Şimdi en çok ihtiyacımız olduğu şu dönemde bir sol muhalefet yok,”

Havada yoğun, yağmur yüklü bulutlar. Karışmış, kendi kendisi ile kavgalıydı deniz. Martılar çığlık çığlığa, telaşla hızla denize iner gibi yapıp birden havalanıyorlardı. Yeniden ve yeniden denize dönüyorlardı çoğalan çığlıklarla…

Hava ağır. Havada tuz ve yosun kokusu…

Hasan KAYA