Halkı anlamak…

Halkın dili, söylemi, onun duygularını, düşüncelerini yansıtıyor. Davranışlarını belirliyor. Halkın dili, bazen açık ve yalın, bazen örtülü ve imgeseldir. Ama her biçim altında bu dil, halkın kendisini anlatmaya yetiyor. Halkın ürettiği sözcük ve deyimlerden kalkarak, onun ne düşündüğünü, nerede nasıl tepki vereceğini anlamak mümkün.

Halkın gündelik dilinde sıkça kullandığı bir söz veya kısa bir söz dizimi, uzun sayfalar dolusu anlatımları anlamsız kılabilir. Çok karmaşık konuları, anlaşılabilir, kısa ve öz ortaya koyabilir. O yüzden; halkı anlamak, onun dilini anlamaktan geçiyor.

Halkın dilinde vatanın ana ile özdeşleştirmesi “Anavatan” sözcüğünü üretmesi son derece anlamlıdır. Annelerimizle olan ilişkimizin bir benzerini vatanla ilişkilerimizde üretiyoruz.

Annelerimizle ilişkilerimizden kalkarak vatanla olan ilişkimizin özünü anlamak mümkün, tabi ki; bunun terside doğru. Vatanla ilişkimiz ona bakışımız, onunla ilişkimizde annelerimizle ilişkilerimizi dışa vuruyor.  Kadının küçümsendiği bir toplumda annelerimize gerçek değerini vermekten söz edemeyiz. Bu zaten mümkün değil. Bu anlamda söylenenlerin hepsi iki yüzlülükten öte bir anlam ifade etmiyor.

Cennetin anaların ayaklarının altında olduğunu söylememize rağmen hiç de buna uygun davranmıyoruz.  “Cennet vatanımızala” olan ilişkimiz, ona davranış biçimimiz de bundan farklı değil.  Böylece, söylendiği kadar ne cennete, ne de ayaklarının altına serdiğimiz analarımıza değer vermiyoruz.

Vatan millet Sakarya edebiyatını bir kenara bıraktığımızda, vatanla ilişkimiz tüm çıplaklığı ile ortaya çıkıyor. Şöyle bir bakmak yetiyor: giderek yok olan su kaynakları, kirletilen, deniz, göl ve akarsuların hali ortada. Vatanla ne kadar hoyrat ve düşüncesizce bir ilişki içinde olduğumuz saklanacak gibi değil.

Anavatan sözcüğü gibi, devletin “baba” özdeşleştirmesi de ataerkil toplumsal yapının ürünüdür. Ataerkil bir toplumda kadına bakışın tipik bir yansıması olan vatana bakışımız ve onunla ilişkimizin bir benzerini, devletle ilişkilerimizde üretiyoruz.

Bu yüzden olacak; “Devlet Baba” ataerkil toplumsal yapımızın babaların tüm özeliklerini sergilemekten geri kalmıyor. Gelenekten getirdiği otoritesini kullanan bu baba, asla çağdaş ve demokratik değildir. Çocukları arasında hayırlı, hayırsız ayrım yapar.  Çocuklarına karşı hiçbir zaman adil olmayı aklına getirmediği gibi çoğu zaman adaletin terazisini kendinden yana kullanmaktan asla çekinmez.

Kendi gücünü sürekli kılacak her aracı kullanır. Bu gücü, onu var eden halka karşı kullanmaktan çekinmez. “Halkın yararına” diyerek zor kullanmaktan geri durmaz. Çocuğunun yararı için onu döven baba olmaktan hiç farkı yoktur bunun.

O, ne yaparsa yapsın çocukları için yapandır. Bunun aksini düşünmek mümkün değildir. Bunun için bazen gizli saklı işlere bulaşır. Çocuklarının yararına olacaksa; başkalarına kulak vermekten çekinmez. Onlardan yardım alır.

Bu anlamda gizli, yasa dışı örgütlenmeleri de öngören yapılanmalar örgütleyebilir ve onlar üzerinden, halk üzerindeki etkiliğini sürekli kılmaya çalışır. Devlet ataerkil bir baba gibi yaptığı her eylemi kendisi için yapmadığını söyler. O ne yapmış ve yapacaksa çocukları için yapmaktadır. Bu söylem, onun yasalar dışına çıkmasını haklı göstermek için başvurduğu yanıltmalardan öte bir anlam taşımıyor.

Devleti halkın yararına ve emrinde bir kuruma dönüştürmek, halkın dilini anlamaktan geçiyor. Bu dili anlamadan bu dille oluşan algılamaları değiştirmek, dönüştürmek mümkün değildir.

Halkın bu (baba) devlet karşısındaki tavrı da, onun kendisini haklı çıkaracak biçimdedir. Devleti var edenin kendisi olduğunu ve halkın bir arada yaşama iradesi olduğunu yadsıması ve bu gerçeğe yabancılaşmış olması, kendi varlığını devletin varlığına bağlar bir duraksamadır.

Gerçeğin bu baş aşağı çevrilmiş biçimi, bireylerin, devleti halkın uzağında, hatta onun üzerinde bir kurum olarak görmesine neden olurken, kendisine yabancılaşmış bu kurumun önünde boyun eğen olmasını kolaylaştırır. Bu bakış ve devleti algılama biçimi onun dönüştürülmesini zorlaştırmaktadır. Ancak o kendisi istediği kadar dönüşür ve değişir. Halkın bu değişim ve dönüşümde etkin ve belirleyici olması düşünülmez. Bu da bizdeki devlet yapılanmasının her düzlemde neden halkına uzaklaştığını açıklar ve onun kendisini var eden bu koşulları sürdürmek için içine girdiği etkinlikleri anlamamızı da olanaklı kılar.

Hasan KAYA

05 Temmuz 2008 Cumartesi