.: İki zıt kadın kimliği: Lilith ve Havva

“Tanrı sizi kötü kadınlardan korusun; iyi kadınlardan da siz kendinizi koruyun!” (Timuçin, 2005: 21) “Kadın”ın her halükarda kaçınılması gereken tehlikeli bir varlık olduğunu savlayan bu Yahudi atasözünde, ilginçtir ki, “kötü kadın” Lilith’i, “iyi kadın” ise Havva’yı çağrıştırmaya yönelik gibidir. Batı’da yaygın olarak bilinmesine karşın Doğu toplumlarında çok daha az bilinen Lilith[1] ile insanlığın anası Havva, kadının özgül kimliğinin de, ataerkil toplum marifetiyle kadının sırtına yüklenen “ahlak”ın da karşıt kutuplarını simgeleyen birer mitolojik figür niteliğindedir aslında.

Tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarında “yaratılış” anlatıları, ilk kadın olarak Havva’dan bahsetse de, kutsal kitapları etkilediği düşünülen başka birçok mit, Adem’e eş olarak Havva’dan önce yaratılmış Lilith adında başka bir kadından daha söz eder.

Tevrat’ta, tüm canlıların iki cins olarak yaratıldığı anlatıldıktan sonra Allah’ın insanı kendi suretinde erkek ve dişi olarak yaratıp “…çoğalın, yeryüzünü doldurun ve onu tâbi kılın…” (Kitab-ı Mukaddes: Tekvin: Bab 1) diye seslendiği belirtilir; fakat daha sonra bununla çelişkili ifadelere yer verilir:

Henüz yerde bir kır fidanı yoktu, … toprağı işleyecek adam yoktu. …Allah yerin toprağından adamı yaptı, …Aden’de bir bahçe dikti …adamı oraya koydu. …görünüşü güzel ve yenmesi iyi olan her ağacı, ve bahçenin ortasında hayat ağacını, ve iyilik ve kötülüğü bilme ağacını yerden bitirdi. …adama dedi: …iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yemeyeceksin. …Allah dedi: Adamın yalnız olması iyi değildir; kendisine uygun bir yardımcı yapacağım. …fakat adam için uygun yardımcı bulunamadı. …adamın üzerine derin uyku getirdi, …onun …kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve adama getirdi… (Kitab-ı Mukaddes: Tekvin: Bab 2)

Görüldüğü gibi, 1. Bab’ta kadın ve erkek birlikte yaratılmış, ne var ki 2. Bab’ta erkek yaratıldıktan sonra ona yardımcı aranmış, diğer canlılardan uygun yardımcı bulunamadığı için adeta mecburen bir kadın yaratılmıştır.[2] Bu tutarsızlık, Kitab-ı Mukaddes haricindeki yaratılış mitleri, mesela 8.-11. yy sürecinde oluştuğu bilinen “Ben Sira Alfabesi” gözden geçirildiğinde anlaşılır bir hal alır:

Tanrı ilk insanı yarattığında şöyle konuştu: ‘İnsanın yalnız olması iyi bir şey değil.’ Ve ona topraktan bir eş yarattı, ona benzeyen, adı Lilith olan. Kısa süre sonra birbirleriyle kavga etmeye başladılar: Kadın erkeğe: ‘Ben senin altında yatmak istemiyorum.’ Ve erkek: ‘Ben senin altında değil üstünde yatmak istiyorum; çünkü sen altta kalan olmayı hak ediyorsun ve ben üstün olmayı hak ediyorum.’ Kadın: ‘…eşitiz; çünkü ikimiz de topraktan yaratıldık.’ (…) Birbirlerini anlamayı ret ettiler. Lilith, (…) Tanrı’nın o özel ismini telaffuz etti ve dünyanın göğüne doğru yükseldi. Adem yaratıcısına seslendi: ‘…bana verdiğin kadın benden kaçtı!’ (…) Tanrı, Lilith’in peşinden üç melek gönderdi. (…) şöyle konuştu: ‘Geri dönmek istediği takdirde, tamam; ama istemezse, her gün yüz oğlunun ölümüne şahit olmayı göze almalıdır.’ Melekler kadını bulup Tanrı’nın sözlerini ilettiler. Ama o geri dönmek istemedi. [Burada kullanılan kelime İbranicede “kaybedilen değerlere geri dönmemek” anlamındadır.] ‘Seni denizde boğacağız!’ dediler. Kadın: ‘Beni yalnız bırakın; çünkü ben çocukları zayıf düşürmekten başka bir işe yaramam: erkek çocukları doğumlarından sekizinci günlerine, kız çocuklarını ise doğumlarından yirminci günlerine kadar gözetmem emredildi.’ (…) böylece kadın günbegün şeytanlarından yüz tanesinin ölmesini göze aldı. (bkz. Zingsem, 2007: 36-37. Ayrıca bkz. “Alphabet of Ben Sira”: http://jewishchristianlit.com)

Bu öykünün küçük farklılıklar taşıyan varyasyonları, Kabala öğretisinin kaynaklarında da ele alınmıştır. Mesela Zohar’a göre; altıncı günde yaratılan Adem ‘Ben hariç her yaratığın bir eşi var!’ diye bağırarak Tanrı’ya serzenişte bulunur. Bunun üzerine Tanrı ilk kadın Lilith’i yaratır; tıpkı Adem’i şekillendirdiği gibi şekillendirir fakat saf toz yerine kir ve çamur kullanır. Kadın yine az önce anlatılan sebeplerle ve eşitlik iddiasıyla Adem’den aşağı olmayı ret eder, bu yüzden hiçbir zaman barış içinde yaşayamazlar. Lilith (Ben Sira Alfabesi’nde olduğu gibi) Tanrı’nın gizli ve tanımlayıcı adını söyler ve göklere yükselerek Adem’i terk eder. Adem, Tanrı’ya şikayette bulunur. Melekler Lilith’i, etrafta şehvetli şeytancıkların dolaştığı ve onun her gün onlardan olma yüz şeytan doğurduğu Kızıldeniz yakınlarından almaya gider; gelmemesi halinde denizde boğmakla tehdit ederler. O da “Kızıldeniz’deki bu süreden sonra nasıl Adem’e geri dönüp saygın bir ev kadını olarak yaşayabilirim ki?” diye sorar. (…) Adem’e uygun eş yaratmak adına Tanrı yeni bir denemede bulunur:

Ve Adem seyrederken bir kadının anatomisini şekillendirdi; …kemik, bağ dokusu, kas, kan ve bağırsaklar kullandı; bütün bunları deriyle kaplayarak çeşitli yerlerine kıl ve saçlar ekledi. Bu görüntü Adem’i o kadar tiksindirdi ki, kadın (Chawwah) bütün güzelliğiyle karşısında durduğunda dahi onu çok itici buldu. (…) Tanrı bir üçüncü kez denedi… Adem uyurken onun kaburga kemiğinden bir kadın yarattı… Saçlarını ördü, yirmi dört mücevherle süsledi. Adem hayran olmuştu… ( Bkz. Zingsem, 2007: 37-38. Bkz. Çığ, 2006: 52. Bkz. Lilith in the Zohar)

Çeşitli varyasyonları görülebilecek olan bu anlatıların ayrı düşmeyen görüşleri ise, Lilith’in (ilk günahtan önce Aden Bahçesi’den ayrıldığı için) Adem’e verilen ölümlülük cezasından azat olduğu ve ayrıca onun dünyanın felaketi olduğudur. (Bkz. Zingsem, 2007: 36-40) Nitekim Kitab-ı Mukaddes’te Lilith figürü (iki ayrı kadın yaratımını ele veren Tekvin bölümü bir tarafa) İşaya Bap 34’te ve Eyyub Bap 18’de yıkım, felaket ve cezalandırmalara eşlik eden bir kötülük emaresi olarak sunulur. Ve genellikle etrafta varlığına eşlik eden baykuş ve yılandan söz edilir.[3]

Kabala’nın diğer bir kaynağı Talmud’a göre kanatlı, uzun saçlı, insana benzer, “gecelerin dişi şeytanı” olan bu esrarengiz kadın figürünün (bkz. Lilith in the Talmud) izini sürmeyi geriye doğru kazarak sürdürdüğümüzde Lilith, yine gizemli bir figür olarak yaklaşık İÖ 2000’e tarihlenen eski bir Sümer yaradılış öyküsünde karşımıza çıkar (bkz. Resim 1) :

…her şey oluşmaya başladığında / …bir huluppu ağacı / Fırat’ın kıyılarında kök saldı. / (…) [İnanna] Ağacı nehirden çekerek konuştu: / ‘Bu ağacı Uruk’a götüreceğim / …kutsal bahçeme dikeceğim.’ / Kendi elleriyle ilgilendi İnanna ağaç ile / …Yıllar geçti / …ağaç kalınlaştı / (…) O zaman evcilleşmeyen bir yılan / yuvasını huluppu ağacının köklerine kurdu / Ağacın dallarında Anzu-kuş kuluçkaya yattı / Ve gövdesinde karanlık bakire Lilith evini inşa etti. / …İnanna nasıl da ağladı! / …erkek kardeşini [Güneş Tanrısı Utu’yu yardıma] çağırdı. / (…) [Utu] İnanna’ya yardım etmek istemedi. / İnanna …Gılgamış’ı çağırdı / …cesur savaşçı Gılgamış / …İnanna’nın yanında yer aldı. / …bronz baltasını savurdu. / (…) eğitilemeyen yılanı öldürdü. Anzu-kuş yavrularıyla dağlara uçtu. / ve Lilith evini yıkarak vahşi, ıssız yerlere kaçtı. / O zaman Gılgamış huluppu ağacının köklerini gevşetti / ve …şehrin oğulları, dallarını kestiler. / Ağacın gövdesinden bir taht oydu… / …bir yatak oydu İnanna için. / [İnanna] Ağacın köklerinden bir pukku yaptı… / ağacın taçlarından bir mikku yaptı uruk kahramanı Gılgamış için. (Zingsem, 2007: 17-21; Çığ, 2006: 43-44; Çığ, 1996: 38. Her iki yazar da Volkstein/Kramer’den alıntılamıştır.)[4]

Gılgamış Destanı’nda kendisine evlenme teklif eden İnanna’yı aşağılayan,[5] onun gök-boğasını öldüren Gılgamış’ın bu öyküde onun yardımına koşması dikkat edilmesi gereken bir ayrıntıdır. İnanna, eski tanrıça tapımının tanrısal varlıklarından ötürü neden sıkıntılı ve aciz durumdadır; neden ağlamaktadır? Aslında Gılgamış’ın temsil ettiği “erkek dünya”nın, önceki anaerkil dünyada kutsal olan ve İnanna’nın bahçesinde birbirine kenetlenmiş halde beliren dört öğeye[6] saldırıp onların izini yok etmeye girişmesinin simgeleştirilmesidir bu. İnanna’nın üzerindeki, egemen görüşün baskısıdır ve görünen o ki, en azından bu eski kadın tapımlarının kutsal varlıklarıyla ilişkisi olmadığını kanıtlamak zorundadır. (Bkz. Cıbıroğlu, 2002: 32) Ataerkil Sümer dünyasının Lilith’in kovuluşunu içeren destanlarında süregiden olaylarda, ilginçtir, koskoca tanrıça İnanna bir adamın tecavüzüne de uğrar. Üstelik o bile evleneceği erkeği gönlüne göre seçemez ve zaten Utu’nun kızkardeşine yardımı, asıl, genç kızın yeni erkek yasalarına uyum sağlaması ve öteki genç kızlara örnek oluşturmasına yönelik olmuştur. Utu, gönlü Çiftçi Tanrısı’nda olduğu halde, İnanna’yı Çoban Tanrısı Dumuzi ile evlenmeye ikna eder. Çünkü aslında tarihsel dönem artık sığır üretiminin erkeklerde olduğu dönemdir. Kaba kuvvetiyle hemen her şeye güç yetirip sahip olan bir karakter olarak Gılgamış kutsal törenlerle Dumuzi ile bireşip tanrıçanın kocası ve de hükümdar olur. (Bkz. Çığ, 2006: 54-57; Cıbıroğlu, 2002: 32)

Görünen odur ki, gerek dört kutsal dinin geçerli olduğu –günümüze kadar uzanan– dönemde, gerekse ondan önceki dönemde Lilith’le simgelenebilecek bağımsız, güçlü özne olan kadın kimliği, toplumsal hayatın sürdüğü yeryüzünden dışlanmış; Tanrı-devlet-erkek bireşimi bir erk’e “tâbi” olan bir “Havva” imgesi (zaman ilerledikçe bu “Bakire Meryem” imgesiyle takviye edilecektir) ‘makbul’ sayılmıştır.

Dikkat edilirse, kutsal kitapların ve öykülerin tümünde salık verilen ve kutsanan, “egemenlik”tir. Öncelikle “insan”ın tüm dünyevi varlıklar üzerindeki tahakkümü; eşgüdümlü olarak da erkek cinsinin kadın cinsi üzerindeki egemenliği…[7] Anlatılar erkeğin üstünlüğünü ve evrendeki merkezi rolünü vurgularken, bir yandan kadının ikincil, suçlu ve dolayısıyla cezalı rolünü belirginleştirmeye yönelmiştir. Ne de olsa “yasak meyve”nin (ki bunun cinsellik, dolayısıyla özneleşme ve kültür sürecine geçişin simgesi olduğu düşünülür) yenmesi ve cennetten (ebedi ve rahat hayattan) çileli hayata geçiş kadınlar yüzünden olmuştur. Bu sahneyi betimleyen bütün resimlerde, yasak meyveyi Havva’ya uzatan bir “yılan-kadın” (Lilith) figürüdür ki bu, öyküyü tamamen Adem’in saf bir kurban, kadının her iki kimliğiyle de “kötü ve riyakar” olduğu savına bağlar, insanlığın maruz kaldığı tüm talihsizliklerden kadını sorumlu tutmak için bir gerekçe oluşturur ve günümüze değin binlerce yıl, kadının toplumsal-cinsel-dinsel-siyasi-ekonomik özgürlüğüne ket vurmanın meşru zeminini kurar. Tanrı bir yandan (Lilith imgesiyle de -Freudyen görüşte fallus olgusuyla da- örtüştürülmüş, ilintilenmiş olarak) yılan ile kadını düşman kılar. (Bkz. Kitab-ı Mukaddes: Tekvin: Bap 3)[8] Yeryüzündeki yaşamın ve ilişkilerin kural ve ilkelerini çepeçevre belirler. Adem-kadın-yılantoprak-doğa ilişkilerini düzenler. Buna göre Adem, “bilme meyvası”nın[9], yani (cinsellik, türün üreyerek yaşama devam etmesi, üretim, özneleşme kavramları ile ağaç-meyve-yılan-fallus-Lilith-Havva imgelerini ilişkilendiren bir çağrışımla) “yaşam döngüsüne katılmanın” ceremesini çekecek, Havva’ya malik olacak ve onu “yılan”dan da hep sakınacaktır. Zira yılan, onun sürekli içli dışlı olacağı tarımsal yaşamın (toprağın) kaçınılmazı, yaşam döngüsünün imgesi olarak da daimi özlemiarzusu olduğu kadar, malik olduğu Havva’yı elden kaçırmamak için sakınması gereken bir kötücüldür de. Böylece kadın-erkek ilişkisi gerek bilinçaltında, gerekse bilinç düzeyinde bir paradoksa gömülmüş; aslında, başta cinselliği kontrol altına alarak “kıllı içgüdüsüyle” mücadele edip kültür yaşamını biçimlemeye çalışan insan, kendi doğasını zedelemek pahasına yeryüzünün yerleşik-ataerkil düzeninin manifestosunu oluşturmuştur.[10]

Nihayet, mitojenik olan toplum, örmüş olduğu bu öykülerle gündelik hayatında bir mitolojiyi de gerçeklendirmeye koyulmuş, kadın cinsinin doğası gereği itaatsiz, saf, zayıf iradeli, baştan çıkartılmaya ve kötülüğe meyilli, sadakatsiz, güvenilmez, hilekâr, baştan çıkarıcı, başlıca motivasyonu kişisel çıkarları olan bir cins olduğu yaygın inancıyla “ahlakî” yaptırımlara yönelmiş (bkz. Witcombe, 1999: 56);[11] bütün dinler ve örfler “ahlak” savı altında kadını boyunduruk altına almaya girişmiş; kutsal metinlerde birçok alıntıyla örneklenebilecek çerçevelerle toplumsal yaşamda kadını ikincilleştiren düsturlar koymuştur.[12]

Ender ÖZBAY

—–

[1] 2 Barbara G. Walker, Lilith’in etimolojisini, Lotus anlamına gelen Sümer-Babil kökenli “lilu” kelimesine bağlamaktadır. Böylece Lilith’i, tüm anlatılarda ve betimlemelerde ilişkili olduğu görülecek olan “ağaç” motifiyle ve Mısır-Hindistan’ın Lotus tanrıçalarıyla ilişkilendirmek mümkün olmaktadır. M. İ. Çığ, Prof. S. Kramer’e dayandırdığı açıklamalarında, Lilith’i Musevi efsanesindeki karakterle ilişkilendirmekte; Sümer dilinde “ki.sikil.lil.la” olarak geçtiğini, “ki.sikil”in genç kız; “lil”in hava, ruh anlamına geldiğini; böylece “Lilith”in hava, ruh anlamını verdiğini belirtmektedir. Zingsem, buna ek olarak, Babil-Asur kökenli “lilitu” kelimesinin de uyduğunu ve “dişi şeytan, rüzgar hayaleti” anlamına geldiğini; İbrani [Sami] kökenli “Laila” [bkz. leyl-a] (gece) sözcüğünün de geleneksel hikayelerde Lilith ile bağdaştırılıp “gece hayaleti” olarak çevrildiğini söylemektedir. (Zingsem, 2007: 15; Çığ, 2006: 51)

[2] 3 Uzmanları, Tekvin Bap 1’deki ilk aktarımın ikincisinden çok daha sonra yazıldığına inanmaktadır. (bkz. Witcombe, 1999: 56)

[3] 4 “(…) Ve Edom vadileri zifte, toprakları kükürde dönecek… Gece gündüz sönmeyecek… ıssız kalacak, (….) orada baykuşla karga oturacak, şaşkınlık ipini ve boşluk şakülünü onun üzerine gerecek. (…) saraylarında dikenler, hisarlarında ısırganlar bitecek, (…) evet, gece canavarı orada yerleşecek, ve kendisi için istirahat yeri bulacak. Ok yılanı yuvasını burada yapacak…” (İşaya: Bap 34); “(…) onu dehşetler yıldıracak, …yanında felaket hazır bulunacak. Güvendiği çadırdan sökülüp atılacak; (…) kendisinden olmayan onun çadırında oturacak; yurdu üzerine kükürt saçılacak, dipten kökleri kuruyacak…” (Eyyub: Bap 18) Vera Zingsem, Kitab-ı Mukaddes’in güncel nüshalarında “gece canavarı” ve “kendisinden olmayan” olarak geçen ifadelerin Reformasyon dönemi öncesine ait Kudüs İncili’nde “Lilith” olarak geçtiğini belirtmektedir. (Bkz. Zingsem, 2007: 43)

[4] Bu ağaç ve ona yerleşen varlıkları anımsatan bir motif ilginç bir şekilde Türk mitolojisine yansımış gibi görünmektedir: Karagöz-Hacivat oyununda göstermelik olarak kullanılan “kanlı kavak” motifinde, ağaca yılan sarılmış, en üstünde bir kuş yuva kurmuştur, ağacın arkasından bir cin görünmektedir ve yanlarından geçenler bu öğelerin tılsımlarıyla çarpık çurpuk olmuşlardır. (Bkz. Cıbıroğlu, 2002: 33.)

[5] (Bu kısmın geçtiği “6. Tablet” için bkz. Gezgin, 2009: 53-55)

[6] Huluppu yani Kadınların dallarından sepet, salgısından ilaç (salisin) yaptığı, Mısır’dan Asya’ya; Eski Yunan’dan Kelt uygarlığına kadar tanrıça tapımlarında kutsal sayılan söğüt ağacı; Anzu-Kuş yani bazı destanda kaderi tayin eden ve sözüne karşı gelinmeyen, bilgelik yönüyle baykuşla imgesel bir örtüşümde olduğu savlanabilecek İmdigut kuşu (birçok betimlemede baykuş olarak görülür); değişimin, şifanın, dolayısıyla ölümsüzlüğün sembolü yılan ve eski kadın tapımlarının tanrısal varlığı, imgeleştirilirken yılanla da örtüştürülen Lilith. (Bkz. Cıbıroğlu, 2002: 32; Zingsem, 2007: 215-221; Gezgin, 2009: 181-187)

[7] 8 Bu durumun önemli bir düsturu olarak, Tevrat’ta daha en başta, her şeyin yaratıcısı ve hakimi olan Tanrı’nın, erkeği kendi suretinde yaratmış, böylece hakimiyetinin bir nevi mümessili kılmış olduğu anımsanmalıdır. (Bkz. Tekvin: Bab 1)

[8] 9 Çağdaş edebiyatın özellikle “yeraltı” ırmaklarında, ataerkil yapının kadın üzerinde şiddet ve zorlama yollu egemenliğine ilenme ve eleştiri duyumsatan kimi şiir ve metinlerde söz konusu fallik çağrışımın dinamik alındığı gözlemlenmektedir. Sözgelimi Asuman Akemoğlu’nun kadın duyarlığıyla yazılmış dizelerinde söz konusu ettiğimiz toplumsal bilinçaltının izlerini sürmek ve bilinç düzeyine analiz edilerek taşındığını saptamak olasıdır: “bakışları yok yılanın / çamur bulaşmış gelinliğine bakirenin / dirimin son nefesi, / gözleri kızıl bir palyaçonun boynuna asılı / belki de topuklarında bir – er orospununtak / tak tak tak… / ve yalayarak / çocuk Sonya ekşimsi tadını erkin / feryadını ciğerlerine düğümler Ramallah’ta bir şair… / bir kıtaya çivilenmiş zaman…” (Bkz. http://sollama.blogspot.com/2008_09_01_archive.html)

[9] 0 “Bilme meyvası”, özellikle de “bilme”, cinselliğe referans sayılabilir. İlgili olabilecek bütün simgelemlerin yanı sıra mesela Tekvin: Bap 4’te “Adem karısı Havva’yı bildi; ve gebe kalıp Kain’i doğurdu.” ifadesi dikkate alınmalıdır.

[10] 1 Bu bağlamlarda daha geniş ve ayrıntılı değerlendirme için bkz. Witcombe, 1999 ve Gezgin, 2009. [Mitoloji, masal, söylence, edebiyat, plastik sanatlar gibi birçok toplumsal-bireysel yaratı alanında yılan ile kadın ilişkisine dair “alt metin” okumaları gerçekleştirmek, hermetik ifade ve imgeler saptamak mümkün görünmektedir. Sözgelimi, halk anlatılarını referans aldığı anlaşılan bir öyküsünde Sema Kaygusuz, bir evin taş avlusuna her sabah gelip tıslayarak bir hikaye anlatan bir yılanı ve (özellikle yetişkin kadınlar korkup çığlık çığlığa kaçışırken) yılanın “işittiklerin tamı tamına doğrudur ama yalnız duyana aittir!” diyerek bağladığı hikayesini anlayan, duyduklarını yaşlı bir kadın oluncaya, ömrünce sır olarak saklamak zorunda olan (bu yüzden “yılanın ona bıraktığı” içsel bir “esaret”in ağırlığıyla yaşayan) bir kız çocuğundan (babaannesinden) bahseder. Aynı öyküde, kırların içinde yalnız yaşayan, evlenmemiş, garip bir kadının, kuyusuna düşüp boğulan yılanların kuyudan haykırdıkları son sözlerini de anlayıp yine sır olarak sakladığı görülmektedir. (Bkz. Kaygusuz, 2010: 13-19) Gerçekten de yılan ile kadın ilintisine birçok geleneksel inanç ve söylencede farklı farklı anlam, nitelik ve biçimlerde rastlanmaktadır. (Bkz. Eyuboğlu, 1998: 77-81) Bu noktada, Şahmaran efsanesi de imgelem açısından anımsanması gereken bir örnektir. Yoğun göndermeler, manidar simgeleştirme ve metaforlarla örülü çok ilginç ve çok önemli edebî bir metin ise Leyla Erbil’in kaleminden çıkmıştır: “Düşümde tarih 11 Mayıs 330, yer Sultanahmet Meydanı “Hipodrom”,,, Büyük Saray’ın hemen önünde,,, bomboş meydanda doğum yapıyorum. (…) saray benim,,, sarayımın kapısında bekleyen saçları yılandan üç tanrıça, genç dostumun gözetiminde doğurtuyor beni,,, yaşlıyım,,, (…) ama sevinçle sürdürüyorum doğurmayı; en derin okyanusundan kadınlığın uzun upuzun ve ince oğullarımı doğurmaktayım,,, (…) üç yılan doğurmuştum,,, (…) eş boyda, eş renkte, eş bakışta, yüzleri kaybettiğim oğlumun yüzüyle eş,,, yüzleri insan bedenleri yılan,,, (…) yılan saçlı tanrıçalar çabucak başlarını yıkayıp kulaklarına bir şeyler fısıldıyor oğullarımın,,, onlar da hemen birbirlerine dolanarak üç baş tek beden sarmal oluyorlar,,, yılan saçlı tanrıçalar nereye koymamızı istersiniz bunu diye soruyor (…), o hiç sektirmeden Hipodrom’un ortasını Spina’yı doğum yaptığım noktayı işaret ediyor,,, (…) evet tam merkezine dünyanın dedim,,, (…) başımda imparatorluk tacı, üstümde imparatorluk giysileri (…) gözlerim olmadığı kadar net görüyordu her şeyi,,, güçlüydüm, sağlıklıydım, gençtim,,, erk bana geçmişti,,, dünyayı düzeltebilir,,, her şeye yeniden başlayabilirdim,,,, (…) çağırıp meydana biz-halkı,,, (…) ne iki obelisk ne Alman çeşmesi, ne Sultanahmet Camii ne Ayasofya ne İbrahim Sarayı (…),,, yerde oğullarım, gökte ay sürüleri ve BEN Roma Birleşik Devletleri imparatoriçesi,,, Biz-halka bir göz gezdirdim ve dedim: ‘Romalılar, aç sefil kardeşlerim. Doğu Roma’yla Batı Roma’yı birleştiren bu ‘Üç Başlı Ejderha’ imparatorluğumun merkezi ve sizlerin koruyucusudur,,, (…) onun dini imanı yoktur,,, Romalılar, ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım,,, o yok olduğunda bu topraklar altınızdan kayar (…) hava ateş tozlarıyla yakar kömüre çevirir her bedeni,,, (…) Üç Başlı Ejderha’nın durduğu bu nokta, Spina, dünyanın ortası olan vajinadır ve bu ‘orta’ doğunun batının kuzeyin güneyin tüm zamanların ve tüm dünyaların merkezidir,,, onun nefsinde hiçbir değişme olmaz,,, (…) ve şimdi benim elime geçmiştir,,, (…) adalet özgürlük ve eşitlik adına ve iktidarım adına ve geleceğin dünya imparatorluğu adına yok etme kan dökme işkence ve zulmün her çeşidi bu merkezden başlayacaktır,,, (…) benim ahlakım ile ahlaklanacaksınız çünkü ben aleme rahmet olarak gönderildim,,,’ Uyandım,,, oğullarım yerine, mermer kaideye rekzedilmiş,,, şimdiki durumunda zeminden beş metre derinde, çevresi demir parmaklıklarla örülü (…) bedeni delik deşik,,, tepesi boş,,, yılan başları yok edilmiş,,, Yılanlı Sütun diyorlar adına,,,” (Erbil, 2012: 41-44) Bu güçlü ve derin metinde, yılanlar diriliğin-gücün-egemenliğin metaforudur ve tarihin en büyük güçlerinden biri olup tükenişe geçen Roma’nın içinden doğan (!) Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu’nun (Apollon Kültüyle de ilişkili) Örme Obelisk (ya da Yılanlı Sütun) anıtıyla ilintilenerek geliştirilen fallik “erk” söyleminin kaynağıdır. Ancak yazar, eski çağlardan beri süregelen fallik hakimiyet anlayışının yine de kadından doğmaktan başka çaresi olmadığını, dolayısıyla asıl gücün, yaşamın kaynağı olan kadınlıkta (bkz. metinde dünyanın merkezi olan vajina) olduğunu hissettirmektedir. Kanımızca, görülebilir ki, dişilik erk’e dayanarak ve varoluşunu onunla tamamlayarak doğrulmakta; erk (erillik – fallus – yılan) ise, dişilikten hayat bulup yine onun çeperinde hareket ederek var olabilmektedir. Aslında doğallık içinde diyalektik ilişki zinciri birinin ötekine egemen olma çabasına dönüştükçe, “varoluş” anlamsız ve ereksiz bir çatışma çıkmazına, bir kördüğüme dönüşmektedir. Bu noktada ayrıca, “yılan”a Arapçada “hayya” (حية (denildiği ve bunun aynı zamanda “yaşayan”, “diri ve daim olan” anlamına da geldiği ve aynı sözcük köküne (حي (dayanan “el-Hayy” (يَِّحْال ( sözcüğünün Allah’ın sıfatlarından biri olduğu (mesela bkz. Kur’an-ı Kerim: Tâhâ: 111 ve el-Furkan: 58) bilgisi de not edilmelidir.

[11] 2 Tamer Konca’nın romanında Lilith, tam tersi yönde bir ıspat gayretine girişir; tartıştığı din adamına İsa’ya en zor zamanları ve ölümü dahil sürekli eşlik eden kadınları örnek verir, erkeklerin ise zor zamanlarında onu terk edip kendilerini kurtarmaya baktıklarını İncil metinlerine dayanarak kanıtlar. (Bkz. Konca, 2011) Gerçekten, Sümer destanlarında da, mesela İnanna’da kadın dostluğunun ve sadakatini vurgulayan motifler vardır.]

[12] 3 Bu anlamda kutsal kitap ve öğretilerden birçok örnek verilebilir. Sözgelimi İncil’de Aziz Pavlos’un Korinthoslulara Birinci Mektup’unda “her erkeğin başı Mesih, kadının başı erkek ve Mesih’in başı Allah’tır. …erkek Allah’ın sureti ve izzeti olduğu için başını örtmemelidir, fakat kadın erkeğin izzetidir. Çünkü erkek kadından değil, kadın erkektendir; erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı. …kadın başı üzerinde hakimiyet alametine malik olmalıdır.” (bkz. Bap 11) ve “…kadınlar sükut etsinler; çünkü onlara söylemek için izin yoktur; ancak şeriatinde dediği gibi, tâbi olsunlar. Ve eğer bir şey öğrenmek isterlerse evde kendi kocalarına sorsunlar; çünkü kadına toplulukta konuşmak ayıptır.” (Bkz. Bap 14: 34-35) cümleleri hemen hatırlanabilecek örneklerdir. Ayrıca kadının “Adem-Havva” miti bağlamındaki ikincilleştirilme durumu, Musevi-Hiristiyan inancına içkin bir sorunsal gibi algılansa da, Anadolu’nun toplumsal bilinçaltında yatan birçok mitik anlatıda ve efsanede görülmektedir. Anadolu’nun çeşitli yörelerinden derlenen yaratılış-türeyiş öykülerinde, Adem-Havva arasında kimin daha önemli rol oynadığı tartışmasının çıktığı; gerçeğin kanıtlanması için kendi menilerini birer tüpe koyup beklettikleri, bir süre sonra Havva’nın tüpünde yılan, çıyan, kan oluştuğu ama Adem’in tüpünde eşi benzeri görülmemiş güzellikte bir oğlan çocuğu oluştuğu ve bu oğlanın peygamber soyunu meydana getirdiği anlatılmaktadır. Yine bu tür anlatılarda, kadının aylık biyolojik döngüsünün tanrının cezası olarak görüldüğü; Adem’in kaburgasından yaratılmasına gönderme ile kadına “eksik” denildiği görülmektedir. (Bkz. Kaya, 2011: 158-159.)