.: Küçücüksün küçük…

Bazı insanlar tüm hayatları boyunca küçük kalırlar. Bazen bir siyasetçi, bazen bir sanatçı veya sıradan bir tanış olarak çıkarlar karşımıza. Küçüklükleri davranışlardan, dış görünüme, edilen sözden, hayallere kadar uzanan bir çizgi üzerinde kendini dışa vurur. Bu insanların büyüme çabası, yalan aşkların soluk yüzü gibi renksiz, boşa çekilmiş küreklerin yorgunluğu ile son bulur. Çünkü bu durum ne eğitimle, ne de öğrenimle giderilebilecek bir şey değildir.

Onların bir yaşı yoktur, boyları yerden iki karıştır, duvara astıkları diplomalarına erişemezler…

Çocuk kalmak, saf ve temiz kalabilmek sorun değildir. Tam tersine; övgüyü fazlası ile hak eden bir özelliktir. Garip bir şekilde, sorun bu insanların büyüdüklerine inandıkları duraksamada başlıyor.

İnsanın kendisi üzerine olan düşüncelerinin nesnel olma olasılığı sınırlıdır. Kim olduğumuz gibi, ne kadar büyüdüğümüz konusundaki kendi değer yargılarımız da yanıltıcı olabilir. Çünkü söz konusu olan kendimiz olduğunda yan tutma, yanlı olma olasılığı yüksektir. Bu yüzden büyüdüğünü sanıp, boyundan büyük laflar edenlerin bir yanılgı içine düşmeleri kaçınılmaz olur.

Kendi yalanında yüzen bu insanların yalan söylemeleri, yaşadıkları yalan hayatlardan kaynaklandığı için söyledikleri yalanların farkına varmaları da mümkün değildir.

Renkli, rengarenk sandıkları hayatları yalan örgüsü içinde kaybolmuş bir hayat olarak kalır. Her devrilen çam için arkasına saklandıkları bir bahaneleri olur. Saklanma ihtiyacı duyan devenin kuş olup kafasını kuma gömmesi kadar anlamsız olur.

Konuşmaları, yüzeysel ve hiçbir derinliği olmayan boş laf kalabalığı olmanın ötesine geçmez. Benmerkezci, kendine odaklı yaşamları onların her konuda konuşmasının önünü açar. Ancak; bu konuşmalar yine aynı nedenlerden dolayı tutarlı olmaktan çok uzaktır. Birbirini izleyen tümcelerde kendilerini yalanlamaları mümkündür. Konuşmanın bir duraksamadan sonra kelime salatasına dönmesi işten bile değildir. Bu tipler sürekli gel-git içinde olduklarından durdukları yeri bulmaları, bilmeleri de mümkün değildir.

Bir anlamda büyüme özürlü olan bu tiplerin büyüdüklerini kanıtlamak için kendilerine yakıştırdıkları çok çeşitli ve anlı şanlı sıfatları vardır. Kendilerini, kendilerine en yabancı duran sıfatlarla tanımlamaları da sıkça karşılaşılan durumdur. Çoğu zaman anlamlarını bilmedikleri ve üzerinde hiç düşünmedikleri kavramları adlarının yana eklemekten çekinmezler.

Sığ ve dar görüşlü olmaları onları belli saplantılar içine çeker. Hayata klişeler ve dar pencerelerden bakar, kendilerinde olmayanı kendilerinde varmış gibi göstermeye çalışırlar.

Kendileri olmayı beceremedikleri için de sürekli yalpalar ve ödünç kişiliklerle yaşamaya çalışırlar.

Kendini zorlayarak aykırı, sıra dışı olma çabaları da rüştünü ispatlama çabasının bir ürünüdür. En sıradan konularda görüş belirtmelerini ciddiye almak ve söylediklerinden bir sonuca varmaya çalışmak başlı başına hata olur.

Günü gün etme gayreti içinde olup, sağlıklı değer yargılarına sahip değillerdir. İlişkilerinde güven veren, geliştiren, anlamlandıran bireyler olamazlar.

Küçük, küçücük kalanlara biraz dikkatli bakan biri, daha ilk bakışta bunların boyunu kolaylıkla ölçebilir. Onlara verdiğiniz her değer yine onlar tarafından sıfırlanır. Bunlar, sıklıkla düşer, kalkmakta zorlanır ve kendilerine uzatılan eli görmezden gelirler. Bu yüzden uzatılan elinizin havada kalabilme olasılığı yüksektir.

Yaptıklarına kızmak ve onlara kin duymak en az onların küçüklüğüne düşmek kadar yanlış olur. Anlamak ve uzak durmak belki de en doğru yollardan biridir.

Son söz; biliyorum meraktır bu, insanı zifiri karanlığına çekmeden durmaz. Sözü edilen kimlerdir diye düşünmeye başlıyor insan. Hemen diyeyim; küçücük küçük olan uzaklarda aramayın, o en yakınız da durmayı sever.

İyisi mi, bir gözünüz çevrenizde, diğeri aynalarda olsun.

Hasan KAYA
2 Mayıs 2009, Cumartesi