.: Sacayağı oluşturan üç ilke ile açıklanan düşünce tarzı…

İnsanlar gelişkin bir beyne sahip olup olgu ve nesneleri anlamlandırmaya başladıklarında çevrelerinin neden böyle olduğunu ve bu çevrede neden bulunduklarını düşünmeye başladılar. Her olgunun bir nedeni vardı. Ayak izleri, oradan bir hayvan geçtiği için, dere yatağı, oradan su aktığı için oluşuyordu. Hemen tümevarım yöntemi çalıştı ve bütüncül olarak bu çevre ve doğanın hepsine neden olan şeyin ne olduğu düşünüldü. Bir insan bir taşı yontup şekil veriyorsa, doğa da böyle şekillendirilmiş olmalıydı. Hemen arkasından tümdengelim yöntemi devreye girdi: Doğa yapılmışsa, tüm nedensellik bu yapımın amacına bağlıdır. Ben (biz) taşı avcılık için yontup sivrilttiy/sem/sek, doğayı yapan(lar) da bir amaç için yapmış(lar)dır.
Tanrı(lar) böyle doğdu. İlk din adamlarının şamanlar olduğu düşünülüyor. Şamanlar dini törenlerle büyü yapar, hasta iyileştirir ve ölü gömerlerdi. Bir adamın kafasına taşla vurmak onu yaralamak için bir “neden” ise, dua etmek de iyileştirmek için bir “neden”di. Bir adamı kafasına vurulan taşla öldürmek mümkün olduğu gibi, başka bir neden kullanarak, örneğin büyü yaparak hastalandırmak, öldürmek (ya da hastalıktan, ölümden korumak) de olasıydı.
(Yüzbinlerce yıllık kıyaslanamayacak gelişmeden sonra hala aynı şekilde düşünen insanların olması çok ilgi çekicidir. Bir kültüre sahip oldukları düşünülen ilk insan örneklerinden olan Neandarthallara tarihlersek, yüzbinlerce yıl abartılı değildir.)
Ancak bu kuramın bir sorun içerdiği çok uzun zaman sonra fark edildi. Taşı yontan insan doğadan geliyordu, yonttuğu taştan çok daha karmaşıktı. Öyleyse doğa ve içindeki insanı yapan tanrı(lar) doğa ve insandan daha karmaşık olmalıydı. Böyle olunca nedenler zinciri geçmişe doğru gittikçe karmaşıklaşıyordu. Tanrı-insan-balta… En başta en karmaşık, en sonda en basit nedensellik. Bu gözleme aykırıydı. Çünkü basit şeylerden karmaşık şeyler ortaya çıkıyordu. Her şey önce basitken sonra karmaşıklaşıyordu. Üstelik daha karmaşık olanı daha da karmaşık olanın tasarlaması işi çıkmaza sokuyordu. Karmaşa arttıkça daha üstün bir tasarım gerekir. En karmaşık olanı daha da karmaşık bir tasarlayıcının tasarlaması gerekiyordu. Aklın sınırının burada bittiği kuramı, bu sorunun göz ardı edilmesini sağladı.
Bunun özellikle Yunan filozofları farkına varmıştı ve aklı sınırının biraz daha ötesine zorlamak gerektiğini düşünüyorlardı. Doğu efsanelerine tepki duyuyorlardı. Dünya kaplumbağanın sırtındaysa, kaplumbağa dünyadan daha da karmaşık olmalıydı. Tanrı kaplumbağadan da karmaşıksa, tanrıdan daha karmaşık olan ve tanrıyı tasarlayan neydi? Bunun üzerine Yunan felsefesi arke’yi ya da töz’ü tartışmaya başladı. Her şeyin kökeninde olan en basit neden neydi? Bu düşün tarzı bir devrimdi, çünkü en basiti en başa, en karmaşığı en sona koyuyordu. Bu tartışmalarda ateş, hava, su, bilinmeyen bir madde türü, madde olmayan ruhsal tin gibi bir çok öncül neden ortaya atıldı. O zaman için en geçerli varsayım Demokritos’dan geldi.
Maddenin artık bölünemeyecek kadar en küçük parçaları atomlardı. Atomların başlangıçta düzensiz ve rasgele olan hareketleri, zamanla karmaşadan bir düzen çıkmaya başlamasını sağlamıştı. Atomlar birleştikçe oluşan ağır parçalar aşağı, hafif parçalar yukarı konumlanmaya başladı ve böylece yer ile gök ayrıldı. Sonra parçalar arasındaki bütünleşmeler devam etti. Bütün bu sürecin ne kadar zamanda, hangi öncül varlıkları oluşturduğu ve günümüzdeki varlıkların nasıl oluştuğunu ise açıklayamadı. Bu açıklamanın aslında yapılabilir olduğunu söylüyordu ama, bunun için çok gelişmiş araçlara ve çok geniş bilgiye sahip olunması gerektiğini, bunun zaman içinde sağlanan ilerlemelerle yavaş yavaş başarılacağını söylemişti. Muhtemelen maddeleri havanda döverek atomlarına ayırmayı ve ince eleklerle tozu tanelere ayırıp atomlara ulaşmayı denemiştir. Fakat bunun için havan ve elekten çok daha gelişmiş aletlere ihtiyacı olduğunu ve elde etse bile en küçük parçayı “göremeyeceğini” hemen fark etmiş olmalı. Ayrıca elde ettiği tozu nasıl birleştirip “varlıklar” yapabileceğini de bilmesine imkan olmadığını hemen anlamıştır. Fakat en azından bu kuram, aklın sınırının buraya kadar olduğu kuramından çok daha fazla gelecek vaad ediyor ve hedef gösteriyor, aklı kamçılıyordu. İnsanlık her geçen gün bu kurama eklemeler yapmaktadır. Yapılan hiçbir ekleme resmin tamamını oluşturmamıştır henüz. Ancak resmin geri kalanının neye benzeyebileceği konusunda en azından geçerli fikirler yürütebiliyoruz. Evrim kuramı, big-bang kuramı, atom kuramı, kuantum kuramı hep yapmaya çalıştığımız eklemelerdir.
Bu görüşler bilimsel determinizmin temelini atmıştır. Maddi aleme dışından değil, kendi içindeki dinamiklerden “nedenler” arama çabası, maddenin davranışını belirleyen fizik, kimya yasalarının araştırılmasının önünü açmıştır. Görüşleri tüm dünyaya yayıldı. İslam bilginleri atom tanımını “zerre” biçiminde, havada uçuşan en küçük tanecikler olarak benimsediler. Hiçbir gelişme Demokritos’u haksız çıkarmamıştır. Atomun onun düşündüğünden çok daha akıl almaz ölçüde küçük oluşu da, atomun parçalanabileceği de ona gölge düşürmez. Bugün araştırılan en küçük atomaltı kuantum parçacıklar, Demokritos’un hala en isabetli kuramı geliştirdiğinin kanıtlarıdır. Fizikteki meşhur dalga – parçacık ikileminin her geçen gün kuantum lehinde gelişmesi, her kuvvet iletiminden ve dalga yayılımından sorumlu bir varsayımsal parçacık kuramı geliştirilmesi, Demokritos’un ruhunu şad etmektedir. Demokritos’un belki zaten dalga kuramı geliştirme şansının olmadığı düşünülebilir. Ama o ateşin dahi taneciklerden oluştuğunu söylemiştir. Bir anlamda enerji yayılımından da fotonların sorumlu olduğunu öngörebilmiştir. Bugün kuantum kuramcılar, yerçekiminin iletilmesinden sorumlu graviton gibi çok daha küçük parçacıkları arıyorlar ve bunun için yeraltında kilometrelerce uzanan dünyanın en güçlü süperiletken mıknatıslarıyla donanmış tünellerden oluşan, küçücük atomaltı parçacıklarına muazzam enerji yükleyebilen devasa deney aletleri ile araştırmalar yapıyor ve Demokritos’un öngörülerini adım adım doğrulamaya çalışıyorlar. Kuantum fizikçilerin rüyası “her şeyin kuramı”nı bulmak ve tüm parçacıklardan sorumlu en temel parçacığı bulmaktır.
Demokritos çok düşünen ve bilgi toplamak için çok gezen bir araştırmacıydı. Bir ara devlet imkanlarını dünyayı gezmek için kullandığı suçlamasıyla mahkemeye verildi ve muhteşem savunmasıyla yargıçların hayranlığını kazanarak beraat etti. (Antik Yunan mahkemeleri filozofları acımasız yargılardı, Sokrates’in idama mahkum edilip infaz edildiğini herkes bilir.) Bu savunmada Mısır’da ve Anadolu kent devletlerinde gördüklerini akıcı bir üslupla anlatır ve matematiğin önemine vurgu yapar. Ne gariptir ki kaos kuramcısı Feigenbaum’un da 1975 yılında aynı gerekçeyle ücretsiz seyahat hakkı iptal edilmiştir.

İnsanlık bilim öncüllerine hep nankör davranmıştır. Penisilini bulduğu günden beri sayısız insanın, en azından hepimizin hayatını en az birer kez kurtaran bilim adamının adını hiç birimiz bilmeyiz. Halbuki penisilin olmasa basit bir diş enfeksiyonundan ya da solunum yolu enfeksiyonundan bile ölmüş olabilirdik. Bu adam Alexander Fleming’dir. 1881-1928 yılları arasında uzun uğraşlar sonucu küf mantarından penisilini izole etmeyi başardı. 1955 yılında öldü. 1944 de şövalyelik ünvanına ve 1945 de Nobel ödülüne layık görülmüştü. Daha ne olsun değil mi?..