.: Sermayenin saldırganlığı altında, emeğin savruluşu…

Sermaye, son derece rahat at koşturduğu bir dönemi yaşıyor. Çünkü uzun bir süredir, emek ile sermaye arasındaki kavga belirlemiyor siyaseti. Dünyada, ve Türkiye’de sermayeyi zorlayacak, güçlü bir emek hareketinden söz etmek mümkün değil.

Özelikle Berlin duvarının yıkılması ve ardından Sovyetlerin çöküşü ile başlayan süreçte, emek örgütleri, sendikalar, sınıf partileri yok olma düzeyinde gerilediler.

Hayata müdahale etme, siyaseti belirleme gücünden çok uzaklaştılar. Toparlanmaları uzadıkça, varlık mücadelesi içine girdiler. Bu halleriyle, olup biteni izleme, sınıfla buluşmayan, sınıfı kucaklamayan söylem düzeyinde siyasetin içindeler.

Şimdi esas olarak, sermayenin kendi arasındaki iktidar kavgası siyaseti belirliyor. Kimin kazandığının çok da önemsiz olduğu seçimler, hepten göstermelik olmaya başladı.

Sermaye, emek cephesinin dağınıklığını fırsata çevirmekten geri durmuyor. Sınıfın onlarca yıllık mücadele ile kazandığı ne varsa yok saymaya çalışıyor. Emek ile sermaye arasındaki kıyasıya mücadelenin ürünü olan demokrasiden her fırsatta vazgeçeceğini gösteriyor. “Yeni” “ileri” sıfatlarıyla kavramlaştırarak daha çok otoriter bir rejimin payandasına dönüştürüyor. Bu gelişme, seçimlerden değişim beklentisi içinde olanları hayal kırıklığına uğratıyor. Bundan da önemlisi, en olmadık siyasal çizgilerin, kaba milliyetçi, ırkçı yabancı düşmanı partilerin oy aldıkları çevreler açısından seçim sonuçları değerlendirildiğinde, oldukça şaşırtıcı sonuçların oraya çıktığını görüyoruz.

Güçlü bir sınıf ve sosyalist hareketinin, olmadığı günümüzde ulusal hareketlerin emperyalizmin, küresel sermayenin yedeğine düşmesinin bir benzerini işçi ve emekçi sınıfların yaşadığını görüyoruz.

Sınıf bilincinden uzak yığınlar, sermayenin yedeğinde hareket ediyor, değirmenine su taşıyorlar. Bir anlamda “Stockholm Sendromu” benzeri durumu yaşayarak celladına sımsıkı sarılıyorlar.

Ancak bütün bu savrulma içinde ilginç, bir o kadar önemli bir gelişme yaşanıyor. Emekçi yığınların, dünün egemenlerine, merkezdeki sermayeye karşı iktidar kavgasına giren sermaye gruplarının yanında yer aldıklarını görüyoruz.

Emekçi sınıfların bu tercihi düzenle, kapitalist sistemle tam da bir barış içinde olmadıklarını bize gösteriyor. Hala özü itibarıyla devrimci sınıf olmanın refleksiyle hareket ediyor. Ancak örgüsüz, sınıf bilincinden uzak oluşu, onu gelecek için ağır sonuçları olacak bir savrulmanın içine itiyor.

Gerici, çoğu kez ırkçı radikal söylemlerle yola çıkan sermaye gruplarını temsil eden siyasal partilerin işçi ve emekçilerden aldığı destek, burjuva anlamda da olsa demokrasinin sonunu hazırlamaktan başka, sınıfın ilerideki mücadelelerinin de çetin geçeceği anlamına geliyor.

Hasan KAYA
11 Ekim 2016 Cuma