.: Sorular ve yanıtları…

Soru üretmek kadar kolay bir şey yoktur sananlar buz gibi bir yanılgıya düşerler. Doğru soruyu, bulmak doğru zamanda gözünü kırpmadan sormak bir marifettir.

Kurduğumuz tümcelerin sonuna dilbilgisi kurallarınca bir soru işaretinin geliyor olması, soru sorabildiğimiz anlamına gelmiyor.

Söz konusu olan gerçeğin aranması, bilmenin, anlamanın ışıklı aydınlığına düşmek ise, sonunda soru işaretlerinin olduğundan öte bir çaba ve beceri gerektirir soru sorma eylemi.

Soru sorma, sorgulamayı da içermediği sürece, soru sorulduğunu kabul etmek olanaksızlaşır.

Doğru soru sormasını bilen “GERÇEĞİN” kapısını aralar. Gerçeğin aralanan kapısını ardına kadar açan ise verdiğimiz YANITTIR.

Yaşadığımız hayatların basit karmaşasını kavrayan kişi, yaşadığı hayatı anlamada her zaman bir adım önde olur.

Yaşamın basit karmaşasını bir yanılsama olarak gören, onu olabildiğince karmaşıklaştırıp sonunda içinden çıkılmaz bir kördüğüm eden kişi ise kendini bu karmaşa içinde kaybederek bir çıkmaza düşürür.

Akan sular, nehirler, dağlar denizler, sahra, mavi okyanus ve uçan, kaçan kuşlar. Bin bir yemişi ile ağaçlar, çiçekler içinde yaşadığımız doğa, gökyüzü, yıldızlar, güneş ay. Atom ve gül, aşk ve şiir, insanlığın elinde şekillenen tarih, dişe diş kavgalar kan, gözyaşı denizleri, bitmeyen savaşlar, açlıklar yoksulluklar karşısında sevgilerle var etiğimiz yaşamın eşsiz güzelliği karşısındaki şaşkınlığımız, onu olduğundan daha karmaşık, olduğundan daha anlaşılmaz, kavranamaz görmemize neden olmakta…

Bu yanılsamadan kaçınmanın en kolay ve kestirme yolu, olana bitene göz yummadan, ne istediğimizi bilerek, doğru zamanda doğru soruyu kendimize sormaktan geçiyor.

Ne istediğini bilmek, istenilene ulaşmanın kestirme yoludur.

İnsan, yaşamını kendine sorduğu sorularla şekillendirir. Kendimize sorduğumuz sorulara aldığımız yanıtlar ile şekillenen eylemimiz, bizim yaşamımızın kalitesini, gerçeğe yakınlığımızı belirler.

Doğru sorular sormanın belirleyici yegâne unsuru, korkulardan, ön kabullerden uzak, kişisel çıkarları elinin tersiyle bir kenara itebilme yetisidir.

Korkuların, ön kabullerin, kişisel çıkarların, açgözlülüğün şekillendirdiği sorular, bizi gerçeği aramaktan alı koyan bir körlüğe, karanlık dehlizlerin çıkmaz yalnızlığına sürükler. Bu körlük kendimizi yadsımayı, varlığımızı inkâr etmeyi getirir.

Bu noktadan sonra ne doğru soru sormak kalır, ne de o sorulara doğru yanıtlar vermek mümkün olur.

Hasan KAYA
25 Ocak 2016 Pazartesi