Hukuk hepimize lazımmış…

Halk oylaması sonucuna itiraz ederken YSK’dan ne istiyoruz? Anayasal bir kurum olarak hukuk içinde kalmasını, yasalara uygun davranmasını, adaleti sağlamasını istiyoruz.

İsteğimizi söyledikten hemen sonra ekliyoruz, hukuk herkese lazım…

Bugün hukuksuzluk yapan YSK’ya, AKP’ye de hukuk lazım olacak…

Doğru mu doğru.

Hukuk istisnasız herkese lazım.

Bunu çok kez dile getirdik. Biz her tekrarladığımızda gördük ki birilerinin bir kulağından girip diğerinden çıkıyor. Özelikle Kürtler söz konusu olduğunda duymak istenmediğine çok kez tanıklık etik.

Kürt illerinde hukuksuzluklar ayyuka çıktığında, bunu yapmayın, bu olmaz dediğimizde. Kaşımıza dikilip terörle mücadele adı altında hukuksuzluklar savunuldu.

Burada o korkunç yaşananlardan uzun uzun söz etmeyeceğim. Cansız bedeni günlerce sokakta kalan bir anne, askeri araç ardında sürüklenen parçalanmış bir genç beden, öldürülüp soyulan günlerce sokakta teşhir edilen kadınlar, bodrumlardan yükselen insan eti kokusu…

Bunların hepsi sessiz kalıp seyrettiğimiz hukuksuzluğun dik alasıydı. Ve HDP milletvekilleri, belediye başkanları aynı hukuksuzluk ile gözaltına alınıp tutuklanırken yine, ama terör dendi.

Televizyon kanlarından birinde Ümid Özdağ’ı izliyorum, hukuk diyor. Ama aynı Ümid Özdağ MHP sıralarından, HDP’liler yargılansın diye, parmak kaldırıyordu mecliste. Katıldığı açık oturumlarda, Kürt illerinde terörle mücadele edilmesi gerektiğini söylerken bir kez olsun, hukuk içinde kalınmasından söz etmediği gibi, yapılan hukuksuzlukları savunur bir pozisyon almaktan çekinmiyordu. Benzer örnekleri CHP’den onlarca isim için de söyleyebiliriz.

Deniz Baykal, 2002 seçimlerinde AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan’ın meclise girememesini hukuk garabeti olarak yorumluyordu. Anayasa değişikliği ile meclise girmesini sağlamada aktif rol aldı. Ama aynı hukuk garabeti HDP milletvekilleri, belediye başkanları söz konusu olduğunda görmezden geldi. Nasıl olduysa, Ahmet Türk için biraz kımıldadı yerinden, o kadar. Ergenekon’un avukatı olan Baykal, Demirtaş’ın da avukatı olmayı göze alabilmeliydi.

Demokratlık, sosyal demokratlık iddiası, hukuk severlik bunu gerektirirdi.

Çünkü hukuk sizden olmayanların haklarını savunmayı, hukukunu korumayı, garanti altına almayı da ister. Bundan kaçarak hukuktan yana olduğunuzu söyleyemezsiniz. Lafı hiç dolandırmaya gerek yok; hukukun, bu samimiyet testinden geçemeyenlerin demokratiği, sosyal demokratlığı lafta kalır.

Bu hukuksuzluğu Kürtler ile sınırlı tutmak doğru olmaz. Yalnız Kürtlere hukuksuzluk yapıldığı algısının oluşmasına sebep olmak istemem. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmişi saymayacağımız sayıda hukuksuzluk örneği ile dolu.

Özet olarak söylemek gerekirse, bir toplumun “ötekileri” varsa orada hukuktan söz etmek mümkün değildir. Çünkü “ötekileri” var eden hukuksuzluktur. Başka bir şey değil…

Türkiye demokratik, laik olduğu kadar bir hukuk devleti olabilmeyi başlardı. Demokratlığı, laikliği ne kadar tartışmalı olduysa hukuk devleti olması da o kadar tartışmalı oldu.

Bazı çevrelerin sıkı sıkıya sarıldığı değişmesi dahi teklif edilemeyen Anaysa maddelerinin aslında sözde kaldığının en güzel örneğini tam da bu günlerde yaşıyoruz.

O dört maddeden en sık tekrarlananı aklımda kaldığı biçimiyle şöyleyim: Türkiye Cumhuriyeti demokratik laik, sosyal bir hukuk devletidir diyor…

Ne kadar demokratik ne kadar laik ve ne kadar hukuk devleti olduğunu şimdi bir daha düşünelim isterseniz.