İstiklalden çıkıyorum Taksime. Beyaz üzerine KESK yazan sendika önlüğü ile karşılıyor beni Hatice Öğretmen. Az öncesine kadar tanışmıyorduk. Ama hemen kaynaşıyoruz. Kırk yıllık tanışlar gibi bir sohbete tutuşuyoruz. Daha çok

Hatice Öğretmen anlatıyor, ben dinliyorum…

Beni meydanda kurdukları çadıra kadar götürüyor. “Çayımız var hocam” diyor ve cevap vermemi beklemeden üşümüş elleri ile bana ve kendisine çay dolduruyor plastik bardaklara…

Elimizde bardaklar çekiliyoruz bir kenara, diğer arkadaşların çalışmasına engel olmamak için…

Hava soğuk. Soğuğa aldırmak aklımıza gelmiyor. Sohbetin sıcaklığı ile ısınıyor içimiz, çaylar elimizde…

“Her dönem sokaklara döküyor bizi iktidarlar” diyorum.

“Aynen öyle Hocam” diyor…

Basından takip ettiğim kadarı ile yetinmiyorum. Kamu Çalışanlarının sorunlarını dinlemek, yakından bilmek istiyorum…

Tutuklamalardan söz ediyor önce. 149 sendikacı, çoğu kadın,  on beşi KESK üyesi…

“Çok ilginç değil mi?” diye soruyor. Sorunun gelişinden kendisinin yanıtlayacağını anlıyorum. Merakla bekliyorum, Hatice Öğretmenin diyeceklerini.

“Bir yandan daha demokratik bir anayasa yapacaklarını söylüyorlar diğer yandan mevcut hakları ortadan kaldırmanın çabası içindeler…” diyip bitiriyor. Gülümsüyor. Ben, “kim kanar bu yalana” diyen o yüz ifadesine takılıp kalmışken; “Bu köylü kurnazlığı ile herkesi kandırdıklarını sanıyorlar” diyerek plastik bardaktan bir yudum çay içiyor…

Çoğunluğun kandığını ikimizde biliyoruz. Ama insanlara bazen kanmaktan başka bir yol bırakılmadığını da biliyoruz…

Bu yüzden kimseyi kandığı için suçlayamıyoruz.

SGK çalışanı olduğunu öğreniyorum. Yine o beyaz üzerine mavi KESK yazılı önlüğüyle; kır saçlı Şahin elindeki bildirileri kaldırmış; “Sendikalı, örgütlü hakkımız için, halkımızı bizimle direnişe çağırıyoruz” diye sesleniyor. Sesinde muzip bir oğlanın oyun bozan pervazsızlığı var…

Hatice Öğretmenle onu izlerken; yanına giden bayan arkadaşı onu taklit eder gibi aynı duruş, aynı el kaldırması ve aynı meydan okumayla; “Grevli, Toplu Sözleşmeli sendika hakkı…” diye topuklu ayakkabılarının parmak ucuna kalkarak, yüksek sesle, İstiklal caddesinden Taksime doğru gelen kalabalığa seslenmeye başladı…

Sağlıkçı, Funda Hanım diyor, Hatice Öğretmen arkadaşını gösterip…

“Yaman kız” diye geçiyor aklımdan. Onları orada bırakıp gençlik yıllarına gidiyorum. Haydarpaşa Garı, trenden inen kalabalığa doğru yürüyüp, yararak sol elimde gazeteyi havaya kaldırıp; “Faşizme Ölüm Halka Hürriyet” diye slogan atıyorum… Her gazete satışı; bir eylem, bir meydan okuma…

Her yerde, hep aynı arkadaşlar: Gözlük Hasan, Gülten, Hüsnü, Ayşe ve Zafer… Meydana bakıyorum. 1 Mayıs 1977’de kol kola girmiştik bu meydana… Meydana nereden girdiğimiz geliyor gözlerimin önüne. Hemen ardımızdan, akşamın alacakaranlığında panzerlerin meydana dalması… Bir birimizi kaybedip, bulamalarımız, o kıyım, o can pazarı…

Ne çoktuk o gün. Ne çok…

Şimdi neden böyle az.

O gün 1 Mayısta ölen 34 kişiydik. Şimdi bu çadırda haklarına sahip çıkan 34 kişi yok.

Liberal ekonomi, ileri demokrasi ülkeyi, çalışanları giderek daha örgütsüz, daha sendikasız hale getirmek için uğraşıyor. Sahte sendika, sarı sendikanın en sarısını istiyor iktidarlar…

Sendikalar gün geçtikçe kan kaybediyor…

“Ne yaparlarsa yapsınlar, kazanan biz olacağız” diyor Hatice Öğretmen.

Başka zaman olsa kızarım böyle sloganlarla konuşulmasına. Ama Hatice Öğretmenin o içten, o sıcak sesinde başka bir inanmışlık, başka bir güzellik var. “Zor zamanlarda güzel şarkıları söyleyenler asla yenilmezler” diyorum kendi kendime, hoşuma gidiyor.

Birden; “Kazanacağız” diyorum.

Ne çok inanmak istiyor insan, güzel günlerin geleceğine, çocukların güleceğine… Bu, sloganlarla olacak iş değil elbette. “Kazanacağız” demekle hiç olmuyor.

Emek harcamak, inatla örgütlü mücadele içinde olmak gerekiyor…

Okullarda dersliklerde mutlu öğrencileri olsun istiyor Hatice Öğretmen…

Çocuklarının çoktandır yüzlerinin gülmediğini; örselenmiş ruhları, ellerinden alınmış umutları, bireyciliğin yalnızlık denizine onları savuran fırtınaları tutamadığını, çaresiz kalışlarını, bazen yenilmişlik duygusuna kapıldığını anlatıyor Hatice Öğretmen.

Dikkatimi çekiyor; öğrencilerim demiyor çocuklarım diyor.

İnatla gülümsüyor.

Öğrencilerinden söz ederken yüzü gülüyor, gözlerinin içi aydınlanıyor. Böyle öğretmenlerin kaldığına neredeyse inanmıyorduk. Liberal ekonomi hepimizi vurdu çünkü. Daha az gülüyoruz. Daha az seviyoruz. Her fırsata kavgaya tutuşmaya hazır bir ruh halimiz var çoktandır…

Bizden olmayanı, dünyamıza girsin istemiyoruz. Artık küçücük dünyalarımız var. Küçük insanlar, küçücük dünyalarına kendilerinden başkasını sığdıramıyorlar.

Dünyalarına kimseyi almayanların aksine; sevgi içinde, aşk içinde, kardeşlik içinde, eşitlik içinde meydana kurulmuş şu çadıra sığıyor bütün dünyanın ötekileri ve ezilenleri…

Hasan KAYA