.: Munchausen Sendromu ve 1 Kasım Seçimleri

Bir anne düşünün, çocuğunun nefesini bilerek, bilincini kaybedene kadar kesiyor. Çocuk bilincini kaybedince hummalı bir hayata döndürme çabası içine giriyor. İlk yardım, suni teneffüs, çağrılan ambulans, ailece hastaneye taşınmalar, uzun yorucu tahliller, araştırmalar sonrası her seferinde nedeni bilinmeyen bir tür nefesini tutma (apne) olarak çocuğun kabaran hastane dosyasına giriyor.

Bu, tekrarı giderek sıklaşan, tehlikeli bir oyuna dönüşmeye başlamaktan kendini kurtarması olanaksız istismar biçimi, çocuğun zarar görme, yaşamını kaybetme olasılığını da artırıyor.

Çocuk istismarının türlü çeşidini duyan, bilenler için bile son derece çarpıcı bu istismar biçimi;  Munchausen Sendromu (MBPS) olarak tanımlanmakta.  Bu ruhsal rahatsızlık, daha çok kişinin kendine zarar vererek ve/veya kendinde hastalık üreterek sık ve sürekli, tıbbi tedavi görme eğelimi olarak saptanmış olmakla birlikte, belli bir biçim altında çocuk istismarı içinde kullanılmakta. Bu sendrom, çocuk istismarı biçimiyle genellikle anneler arasında gözlenirken, çocuğun yakınları ve baba tarafından da yapıldığı saptanmış.

İstismara maruz kalan çocuklar, genellikle birkaç hafta ile 11 yaş arasında değişmekte. Bir çalışmada ortalama tanı yaşının 3,25 olduğu, olası ölüm oranının %9-10 arasında değiştiği saptanmış. Yukarıda sözünü ettiğimiz annenin doğrudan zarar vermesinden başka, kanda tespiti zor ilaç ve zehirlerin kullanıldığı da birçok olayda saptanmıştır.

Konunun uzmanları, yapılan araştırmalar sonucu, bu istismarın faillerinin fizyopatolojik yapısının saptanmasının zor olduğu noktasında buluşuyorlar. Bunlarda, narsistik frajilite (kendini beğenme, kırılganlık) ve borderline (sınırda) kişilik çok sıktır. Ancak; bu kişilerde pasif-bağımlı histerik kişilik ya da sadomazoist davranışlar ve depresyon da sıklıkla bulunabiliyor.

Küçük bir haber olarak okumaya başladığım, bir annenin çocuklarına uyguladığı şiddet, istismar, 18 aylık kızının ölümü, 2 yaşındaki oğlunun kısa yaşamında 20 kez ölümle burun buruna kalması üzerineydi. Çocukların nefes almalarını engelleyerek bilinçlerini kaybetmesine neden olmasının altında yatan anlaşılması zor davranış uzun süren evliliği içinde kaybettiği ilginin geri kazanılma çabası olarak açıklanıyor, Munchausen Sendromu (MBPS)  tanısı konuyordu.

Bu bana, kendini beğenmiş (narsis) politikacıların iktidardan uzaklaşma korkusu içine düştükleri, her seferinde, Türkiye toplumuna yaşattıklarıyla bir benzerlik gösterdiğini düşündürdü.

İktidar oluşun ağırlığı/yorgunluğu, değişen ekonomik, sosyal gelişmelerin gerisine düşme, başlangıç misyonundan kopma, yeni politika üretememenin iktidardan uzaklaştırılma riskini büyüttüğü her seferinde, toplum bir çeşit istismara maruz kalıyor. Aynı istismarcı saldırganlığı; toplumun kabul etmesi imkânsız kimi politikaların uygulanmaya konması öncesinde yaşandığını da görüyoruz. Demokrasi, özgürlükler yok edilmeye çalışılıyor. Toplumun gelişmesi, gereksiz gerginlikler, suni çatışma alanları yaratılarak deyim yerindeyse; iç barışı dinamitlenerek engellenmeye çalışılıyor.

Bunun en son örneğini, 7 Haziran seçimleri sonrasında bir kez daha yaşadık. Halkın ilgisinin kendilerinden uzaklaştığını, yeni arayışlar içinde olduğunu gören dönemin yöneticileri, bir yandan ekonomik diğer yandan sosyal alana müdahile ederek toplumu hızla yükselen bir şiddet sarmalı içine çektiler. Patlayan bombalar, silahlı çatışmalar, genel olarak şiddet ekonominin iyiye gitmediğinin sinyalleri ile güçlendirildi. Bir anlamda toplumun soluk alabildiği her alan kuşatılarak nefes alması engellendi. Bir elleri halkın boğazında soluk almasını engellerken, diğer elleri bütün iletişim araçlarını kullanarak kurtarıcının kendilerinden başkası olmadığının propagandasını yapmakla meşguldü. Bu bir anlamda, denize düşene; yılana sarılmaktan başka seçenek sunmayan politikalarla halkın ilgisini, yönelimini kendilerine çekmeyi başardılar. Bunun bir seçim başarısı olmaktan çok, defalarca denenmiş, başarılı olmuş; bir teslim alma operasyonu olduğunu söylemek hiçte yanlış olmaz.

Bu başarı, toplumun demokratik olgunluk düzeyi görülmezden gelinerek, tek başına politikacıların hanesine yazılmaz. Toplumun demokratik olgunluğu geliştikçe, o en narsis, en aymaz politikacının dahi eli halkın boğazına uzanma cesareti gösteremez.

Hasan KAYA
7 Kasım 2015 Cumartesi