Siz de kabul edersiniz ki kolay değildir kalem tutmak. Kimi elde eğrelti durur, kiminde sülün olur.

Kimi zaman korkaktır kalem, kimi zaman tutan ele ihanet içinde olur. İktidardan yana eğilir bükülür.

Ancak her halükarda zor iştir kalem tutmak, öyle uzaktan bakıldığı gibi değildir. Kalemden mi, içindeki mürekkepten mi bilinmez; eline her alanın omuzlarına olmadık sorumluluklar yükler, bazen ezer…

Kalem isterse kışkırtıcı olabilir. Aklınızda olmayanı anımsatır, yazmaya zorlar. Laf da anlamaz, kandırılması olanaksızdır. Vicdanınızla işbirliği yapar, size oyun eder. Her an başınız belaya girebilir. Bunun farkında olmak da işe yaramaz. Bir de bakmışınız olmadık tehditler alıyorsunuz, küfür edenler sıraya girmiş…

Bunlarla çileniz bitmez elbette.

İktidarlar halka yan, arka olmanızı istemez. Yazar kaçsa kalem çeker, yansız kalamazsınız. İnsan hakları dersiniz, demokrasiden söz edersiniz, insanı, ağacı, uçan kuşu, yerdeki karıncayı sev dersiniz. Demekle kalmaz hiçbir şey. Başlar birileri kara kaplı kitabı karıştırmaya.

Çok sürmez, bulunur bir yasa, olmadı yasanın boşluğu, dava açılır. Bu kadar kolaydır yazarın, gazetecinin yargılanması. Gerekçeler bir birine benzer; bir gün “Vatanın milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehlikeye düşürmek” diğer gün, “Halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek” derken adliye koridorlarındasınız.

“Ne olacak kıyamet kopmadı ya” deyip kandırması da mümkün insanın kendisini. Buna da şükür; hala yaşıyorsunuz, sağlığınız yerinde ve bu davalardan dolayı iş kaybınız da olmaz. Kalem hapislikte de yazar, boş durmaz…  Bunlar bir şey değil. Mahkeme, yargılanma içeri girmeniz ucuz sıyırdığınızın işareti olur.

Başka ne olacaktı ki demeyin öyle…

Neler olmaz ki…

Bir serseri kurşuna gitmek de olabilirdi. Kasıtlı değildir canım. Adı üzerinde “serseri kurşun”  onca insan dururken gelir gazeteciyi, yazarı bulur.

Bir köşeye çekilerek dövülmek, kalkıp eve gidememek, sevgiliye, anaya sevdiklerinize bir kez daha kollarınızı açıp koşamamak da olabilir.

Olmadı değil, Metin Göktepe’yi unutmuş olamazsınız değil mi?

Ya Uğur Mumcu, Musa Anter ve diğerleri!

Sizleri korkutmak değil niyetim. Ama ne yazık ki, kalemi olandan korkulduğu kadar korkulmaz silahlı adamlardan…

Bir zamanlar üç telli sazdı korkulan, çoktandır onun yerini kalem aldı. Kimileri için kurşundan daha tehlikelidir. Şeytan doldurur, halk denen “canavarı” uyandırır maazallah. Dümenler değişir, sular tersine akar…

Siz sevinin bence: Azrail’in eli kadar soğuk değildir yargının eli. Artık idam da istenmiyor yazara, şaire. Yağlı urgan bir yanda, bir yanda aklınızda uçuşan dizeler ense kaşımak da yok.

Ama siz içeri düşerseniz, halk ayağa kalkar, ülkede demokrasi gülleri açar diye de beklemeyin. Bu saflık size yakışmaz.

Bu halk susar. En iyi bildiğidir sumak. Susmak ve sineye çekmek bildiğimiz en iyi iştir. Tümcenin güzelliğine bakın. Marifetmiş gibi de şiirselleştirmişiz…

Biliyoruz, biz sustuğumuz için birileri bunları yapmayı kolaydan ezber ediyor.

Biz sustuk diye, hep analarımız ağladı.

Bu ülkede ağlamayan ana kalmış mıdır?

Sevinç gözyaşları döken ana var mıdır? Ama ben şunca yaş yaşadım, daha sevinç gözyaşları döken bir ana görmedim…

Analarımız acı çığlıklar ve zılgıtlarla ağlıyorlar hep…

Ağlayacak ananız varsa ne mutlu size. Bir de yolunuzu gözleyen mektup yazan varsa, adliye koridorları ne ki, içeri girmişsimiz dert mi?

Hadi yeter, daha fazla asmayın yüzünüzü…

Hasan KAYA