Siyasette bir hamle yaparken, hep güvendiğiniz, bir şeyler olur. Onların üzerine yaparsınız hesaplarınızı. Bir seçimi kazanmak, hep başa oynamak çoğu kez bu hesaplara bağlıdır. Siyaset yaptığınız toplumun sosyolojisini bilmeniz özelikle onun korkularıyla şeklenmiş sosyolojisini bilmeniz burada çok işe yarar. Dersinizi iyi çalışmışsanız, bu hesap genellikle tutar. Kaybetmeniz bazı özel durumlar dışında mümkün değildir, yanı kazanırsınız…

Bizim toplumumun da, tarihten getirdiği korkularıyla oluşmuş bir sosyolojisi ve sosyo-psikolojisi var. Toplumları daha çok bir arada tutan da, bu korkularıdır.

Bir arada yaşamanın şekillendirdiği alışkanlıklar kolay ve görece rahat bir yaşam sunar insana. Bu da mevcut durumun bozulmasından korkulması anlamına gelir.

Birlik beraberlik içi boş hamasette olsa, dört elle sarıldıkları, geçer akçe olur.

Bu türden bir korkuyu Türkiye 200 yıldır yaşamakta. Osmanlının gerileme dönemiyle başlayan, Osmanlıdan ulus devletlerin birer birer ayrılma süreci, sürekli bir bölünme ve kaybetme korkusunu var etti.

Bu korku, Türkiye tarihinin büyük kıyımlarının da tetikleyeni oldu. Türk ve Sünni olmayan büyük çoğunluğun dışında kalan, her etnik ve dini kimliğin geleceğin sorunlu unsuru olacağı, kolaylıkla dışarıdan kışkırtılıp ayrılmaya gidebilecekleri paranoyasına dönüştü.

Aleviler ve Kürtler hep bu yüzden sorun olarak görüldü. Asimile edilmedikleri sürece, gelecekte sorun olabilecekleri, ayrılma talep edecek kesimler arasında kabul edildiler. Bu Alevilerin ve Kürtlerin yakın tarihimiz de yaşadığı acıları fazlasıyla açıklıyor.

Kürt Siyasal Hareketinin, giderek şekillendiği, “aydınlanmasının” başladığı 1980’lar sonrası bölünme korkusu, Kürtler üzerinde yoğunlaştı. Son 30-40 yıldır Kürtler ayrılabilecek, Türkiye’den toprak koparacak, bölecek yeni unsur olarak görülmeye başlandı. Kürt Siyasal Hareketinin yakın zamana kadar sürdürdüğü “ayrılıkçı” söyleminin de bunda etkili olduğunu kabul etmekle birlikte, bunun belirleyenin çoktan paranoya düzeyine ulaşmış olan, tarihsel bölünme korkusu olduğunu söylemek gerekir.

Çakıl taşı edebiyatını var eden de, bu korkuydu.

Kürtlerin hainliği, bölücülüğü bu edebiyatın temel ögesi oldu. Kürtler artık bir yandan kardeş olduğu kadar içimizdeki düşmandı.

Her fırsatta giderek daha çok Kürtlerin bölücülüğü, hainliğinden söz edilerek, korku toplumun bütün genlerine kadar işlendi. Kürt düşmanlığı noktasına vardı.

Çünkü her Kürt potansiyel bir bölücüydü.

Türkiye’nin yakın tarihinde “başarılı” olan politikacılar bu korkuyu doğru yerde doğru düzeyde kullananlar olmuşlardır.  Bu sayede uzun zaman siyasetin tepelerinde var olmayı başarmışlardır. Hata kimi partiler salt bu korkuya varlıklarını borçludurlar.

Bu politikacılara kazandıran, onları bu kadar pervazsız yapan, şehirleri kasabaları polis ve askerle kuşatma altına almaya götüren, Türkiye toplumun çoğunluğunun (yüzde 65’e yakının) içindeki Kürt düşmanlığıdır. O düşmanlığı orada bulup boğmadan. İçlerinden atmadan, bu politikacılar bu ülkede eksik olmaz, hep kazanan olarak orada kalırlar.

Bir kazanın olduğu yerde, hiç kuşku yok ki bir de kaybeden olacaktır. Bu politikacılar kazanırken, kaybeden hep bu ülke ve ülkenin halkları olur.

Hasan KAYA
16 Aralık 2015 Çarşamba