AKP ve Kaplanları

AKP’nin siyasal hedefleri ve ekonomik açılımlarla “kendine Müslüman, kendine demokrat” anlayışı, onun temsil ettiği kesimlerin, sınıf ve katmanların dünya görüşü ve hayatı algılayışı ile bir paralellik göstermekte. Bu sınıf ve katmanların batı algılaması ve demokrasi kavrayışı, AKP’nin batı ve demokrasi algılamasını şekillendirmektedir.

Adına Anadolu Kaplanları denen İslamcı burjuvazisi tarafından açıktan desteklenen ve bu sermaye kesiminin ekonomik ve siyasal hedefleri ile örtüşen AKP politikaları, bu kesimin ekonomideki hedefleri ve siyasal hedefleri ile AB yanlısı görünmesinden çok farklı değildir.

Bu sermaye kesiminin inançları, ideolojik tercihleri bir yana, asıl sermaye büyüklüğü, demokratlığını olduğu gibi AB yanlısı olmasının sınırlarını belirlemektedir.

Bu gerçeği görmezden gelerek bunun ötesinde AKP’ye bir demokratlık atfetmek safdillik değilse, iyi niyetli bir yaklaşım olmaktan öte bir anlam taşımaz.

Kaldı ki bu sınıf 1965’de Erbakan’ını var eden konumundan çoktan uzaklaşmış, büyümesini uluslararası sermaye ile içine gireceği ilişkilerde aramaya başlamıştır. Bu arayışını siyasal düzlemde AKP üzerinden hayata geçirilmeye çalışmaktadır.

Bir başka söylemle büyük burjuvazinin emperyalist sermaye ile ulaştığı doygunluğu hedefleyen bu sermaye kesimi hızla anti-emperyalist ve milli karakterini tasfiye etmektedir. R. Tayyip Erdoğan’ın eskilerde, gençlik yıllarında kalan ABD ve batı karşıtlığının sırrı tam da burada yatmaktadır.

Batı ve ABD karşıtlığı ile bildiğimiz birçok İslamcı yazarın bu günlerde ABD ve Batıdan stratejik ortak diye söz eder olmasının asıl nedeni de, taşra burjuvazisinin milli karakterinden vazgeçerek Türkiye’de küresel sermayenin yeni ve dinamik bir aktörü olma isteminden ve bu doğrultuda attığı adımlarında aranmalıdır.

Ancak Anadolu burjuvazisinin küresel sermaye ile entegrasyon süreci henüz tamamlanmış bir süreç değildir. Bu sürecin tamamlanmasının önündeki en büyük engel hala bu sınıfın sermaye büyüklüğünde aranmalıdır.

AKP’nin ilk hükümet döneminde başlattığı AB atağının gösterdiği bu yetersizlik geri adım atmayı süreci zamana yaymayı birlikte getirdi. Bu süreç,  AKP’nin AB konusundaki duraklamasını, iştahsızlığını da açıklayacak ipuçları verir niteliktedir.

Adına ister Anadolu Kaplanları ya da İslami burjuvazisi densin, bu sermaye kesimi, sermaye büyüklüğü ile bu bütünleşmeye henüz hazır değil. Bu aynı zamanda, bolca sözü edilen demokrasiye ve AB’ye hazır olmadığı anlamına geliyor. Bunun somut yansımalarını AKP politikalarında görmek mümkün.

Bu düzeyde sermaye büyüklüğünde olan sermaye çevrelerinin demokratik olması zaten birçok açıdan mümkün değildir. Dolayısı ile işçilere karşı iyi niyetli olması, sendikal örgütleme karşısında demokratik bir davranış sergilemesi beklenemez. Bu iradi bir tercih olmaktan çok, ekonomik büyüklükler tarafından belirlenen siyasal bir tercih olmaktadır.

Demokrasinin salt bir siyasal tercih olmadığı, onun, ekonomik alt yapıya sıkı sıkıya bağlı bir sistemin adı olduğunun altını çizerek devam ettiğimizde, Türkiye demokrasisinin batı demokrasileri ile arasındaki farkın da altını çizmiş oluyoruz.

Batı demokrasilerini var eden ekonomik, kültürel alt yapı, zaman içinde oluşan siyasi olgunluğu; toplumsal üretim ve sermaye büyüklüğü ile doğru orantılı olarak şekillenmiştir.

Türkiye’de özlenen batı normlarında bir demokrasiye ulaşamamamızın nedeni, tamda ülkenin ekonomik alt yapısından kaynaklanırken, bu demokrasinin bize özgü bir demokrasi olmasının gerekçelerini de belirliyor.

Sınırlı üretim alanları ve sermaye birikimi, bir bütün olarak üretim sürecini ve üretim ilişkilerini demokratik olmaktan alıkoymakta.  Bu altyapının üzerinde şekillenen üst yapı kurumları, siyasal partiler ve sistemin içinde yer alan diğer kurumların kendi içlerinde ve bir birleri ile ilişkilerinde demokratik olmaları mümkün olmadığı gibi halkla ilişkilerinin de demokratik olmaları beklenemez.

Sistem partisi olarak AKP

AKP’nin tüm itirazlarına rağmen hızla sistemle buluşması, sistem içinde bir parti olma süreci tamamlanırken, onun sistem içinde ve sistemin nimetlerinden, sırtını dayandığı sınıf ve katmanlar adına yararlanması da hızlanmıştır.

AKP, dayandığı sınıf ve katmanların ekonomik tercihlerinin belirlediği, siyasal ve ideolojik duruşuna uygun bir demokrasi algılaması geliştirmek durumunda kalmıştır. Bu, kültürel alt yapısına uygun düşen kaynağı (referansı) Osmanlı ve İslam olan bir demokrasi algısıdır…

Bu algı bir çok anti demokratik uygulamanın ve AB ile daha mesafeli olmasını gündeme getirmiştir. Yine tam da bu noktada, dayandığı sınıf ve katmanların ekonomik siyasal tercihleri son derece belirleyici olmuş ve onların yönelimine göre kendine yeni bir rota çizmiştir.

İlk AKP hükümeti döneminde Avrupa ile bir entegrasyon içinde olabileceği hayalleri kuran Anadolu taşra burjuvazisi, bunun olanaksızlığını gördüğü noktada, şansını Ortadoğu, Afrika ve Asya pazarlarında denemeye kalkışması ile AKP de rotasını bu alanlara çevirmiş gözüküyor.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kabul ettiği ilk konuklarının neredeyse hepsi, bu bölgelerden devlet adamları ve siyasiler olmuştur. Bu bölgeler ile ilişki, bu düzeyde bir sermaye birikimi, her açıdan Anadolu taşra burjuvazisinin işine gelmektedir. Sermayenin ekonomik büyüklüğü, bu pazarlar için uygun olması dışında, siyasal rejimlerin Türkiye’den daha geri ve anti-demokratik olması, üretim sürecinin demokratikleştirilmesini zorlar nitelikte olmaması, bu sermayenin tercihlerini belirleyen etmenler arasındadır.

Bu koşullarda,  sistemle buluşan ve dayandığı sınıfların siyasal ve ideolojik tercihleri ile siyaset yapmak niyetinde olan AKP’nin ve onun çok zeki, çok dindar ve çalışkan başkanı R.Tayyip Erdoğan’ın demokrasi söylemi, havada kalan ve inandırıcılığı olmayan bir söylem olarak kalıyor.

Ekonominin dengelerinin giderek bozulması ve emekçilerin alanlara inmesi ile bu demokrasinin pratikteki yansımalarının ilk örneğini görmek ve test etmek mümkün olacak.

Ancak son öğrenci olaylarından sonra başta başbakan olmak üzere AKP yöneticilerinin yaptıkları açıklamalar, ortaya koyduğu tavır bu testin nasıl bir sonuç vereceğinin ip uçlarını fazlası ile vermekte…

Hasan KAYA
24 Aralık 2010 Cuma