Her kelime, kendi içinde bir yön, bir sınır ve bir alan taşır. Bu alan, kimi zaman görünmez bir sınır gibi, düşüncenin hareket alanını kısıtlar; kimi zaman ise, toplumsal bilinçte devasa bir çerçeve çizerek tartışma ufkunu belirler. Türkiye özelinde bakıldığında, son yirmi yıllık siyasal pratik, kavramların yalnızca anlam ile değil, aynı zamanda toplumsal algıyı yönlendiren ve davranışları biçimlendiren bir araç olduğunu gözler önüne sermektedir. “Beka”, “yerli ve milli”, “dış mihrak” gibi kavramlar, bireysel düşüncenin ve kolektif imgelemin sınırlarını çizen birer çerçeve olarak işlev görür. Söz konusu kelimeler, yalnızca bir politik söylemin parçası değil; aynı zamanda düşünsel bir hapishane, toplumsal algının sınırlarını belirleyen bir zihin haritasıdır.

Kavramlar, gündelik yaşamın tartışma alanını daraltır; bir kelimenin kullanılması, otomatik olarak belirli düşünce kalıplarını ve duygusal tepkileri çağrıştırır. Örneğin, “beka” kelimesi tartışmaya girdiğinde, toplumsal sorunlar soyut bir güvenlik söylemi çerçevesinde yeniden kodlanır. Ekonomik krizler, işsizlik, sağlık ve eğitim sorunları, bu söylemin gölgesinde ikinci plana itilmiş olur. Toplumsal algı, tehdit ve güvenlik ikileminin etrafında örülür; muhalefetin konuşma alanı daraltılır, tartışmanın ekseni iktidarın belirlediği sınırların içine hapsedilir. Böylece bir kelime, yalnızca anlatım aracı değil, düşüncenin hareket alanını sınırlandıran bir kapatıcı güç olarak işlev görür.

Kapatıcı kavramların işlevi, salt teknik veya retorik değildir; bunlar toplumsal rıza üreten mekanizmalardır. Kelimeler, yalnızca iletişimin aracı değil, düşüncenin şekillendiricisi, algının ve gündemin belirleyicisidir. İktidar, kelimeleri seçerken sadece anlatılmak isteneni değil, anlatılamayacakları da belirler. “Dış mihraklar” söylemi, içerdeki muhalefetin eleştirilerini kriminalize ederken, “terörist” etiketi toplumsal meşruiyeti sorgulayan bireyleri korku ve önyargı ile hizaya getirir. Bu kavramlar, yalnızca toplumu yönlendirmekle kalmaz; muhalefetin kelime dağarcığını ve düşünme biçimini de sınırlar. Kimi zaman muhalefet, bu kavramların içinden kendi cümlelerini kurmaya çalışırken, farkında olmadan iktidarın dayattığı koridora çekilir. Tartışma, iktidarın belirlediği sınırlar içinde döner; muhalefet, kendi kelimesini üretemediği sürece, yalnızca bu çerçevenin içinde figüran olur.

Türkiye özelinde, kapatıcı kavramların tarihsel olarak nasıl yerleştiğini görmek mümkündür. AKP’nin kurduğu söylem ağı, kelimelerin belirli bir ideolojik yük taşımasını sağlar. “Beka” yalnızca bir tehdit algısı üretmez; aynı zamanda ekonomik ve toplumsal krizleri görünmez kılar, tartışmayı güvenlik eksenli bir çerçeveye taşır. “Milli çıkar” söylemi, sermaye elitlerinin ve devlet bürokrasisinin çıkarlarını ön plana çıkarırken, halkın somut yaşam deneyimlerini gölgede bırakır. Bu kavramlar, gündelik dilin bir parçası haline geldiğinde, düşünsel alan daralır; muhalefet, toplumsal sorunları tartışmak yerine, iktidarın belirlediği çerçevede cevap üretmek zorunda kalır.

Kapatıcı kavramların bir diğer etkisi de, toplumsal duyguların ve bilinçaltı çağrışımların manipülasyonudur. “Terörist” etiketi, yalnızca belirli grupları hedef almaz; toplumun genelinde sürekli bir korku, kuşku ve ayrıştırma mekanizması oluşturur. İnsanlar, politik tartışmalara dahil olurken, önceden kodlanmış duygusal tepkilerle hareket eder. Dolayısıyla dil, yalnızca iletişim aracı değil; toplumsal davranışları ve bireysel düşünceyi yönlendiren bir mühendislik aracıdır. İktidar, kapatıcı kavramlar aracılığıyla, neyin konuşulacağını, hangi sorunların görünür olacağını ve hangi çözümlerin makul sayılacağını belirler.

Muhalefetin önünde duran temel görev, bu kapatıcı kavramları çözmek ve kendi kavramlarını üretmektir. Bu, yalnızca retorik bir müdahale değil; toplumsal algıyı ve düşünce haritasını yeniden kurma çabasıdır. Kendi kelimesini yaratamayan bir muhalefet, farkında olmadan iktidarın kurduğu dünyada hareket etmeye devam eder. Türkiye’de toplumsal algı ve rıza, kelimeler üzerinden şekillendiği sürece, siyasal mücadele yalnızca görünürdeki çatışmalarla sınırlı kalır. Oysa gerçek mücadele, kelimelerin zihinlerde yarattığı dünyada, kapatıcı kavramların ötesinde yürütülür.
Bu noktada, kavramın kapatıcı gücü ile sınıf mücadelesinin dili arasındaki bağlantı kendiliğinden görünür hale gelir. Kapatıcı kavramlar, yalnızca ideolojik bir araç değil; toplumsal sınıflar arasındaki güç ilişkilerini de yeniden üretir. Bir kelime, belirli bir sınıfın çıkarlarını görünür kılarken, diğerlerinin ihtiyaçlarını gölgede bırakabilir. Örneğin, “milli çıkar” söylemi, sermaye sınıfının ve devlet bürokrasisinin çıkarlarını ön plana çıkarırken, emekçi sınıfların ekonomik ve sosyal taleplerini görünmez kılar. Kapatıcı kavramların bu işlevi, sınıfsal ilişkilerin dil aracılığıyla nasıl yeniden üretildiğini gösterir.

Muhalefet, bu kapatıcı kavramların yarattığı dar alanı aşmak zorundadır. Bu, yalnızca yeni kelimeler icat etmekten ibaret değildir; aynı zamanda toplumsal deneyimi merkeze alan, halkın somut yaşam koşullarını görünür kılan bir kavramsal evren inşa etmeyi gerektirir. Kendi kelimesini üreten bir muhalefet, yalnızca iktidarın belirlediği gündeme cevap vermekle kalmaz; gündemi yeniden kurar, toplumsal algıyı ve tartışma eksenini genişletir.

Dolayısıyla kavramın kapatıcı gücü, dilin ekonomik ve toplumsal yapı ile iç içe geçtiğinde daha da belirgin hale gelir. Dil, yalnızca iletişim aracı değil; toplumsal ilişkilerin ve sınıf mücadelesinin bir uzantısıdır. İktidar, dil aracılığıyla yalnızca algıyı yönetmekle kalmaz; toplumsal rızayı ve sınıfsal hiyerarşiyi de yeniden üretir. Muhalefet, bu zinciri kırmak için kendi kelimelerini ve kavramsal çerçevesini yaratmak zorundadır.

Bu çerçevede, bir sonraki adım olarak, dilin ekonomi ile, toplumsal sınıflar ile ve güç ilişkileri ile kurduğu ilişkiyi detaylı biçimde ele almak gerekecektir. Dilin ekonomik yapısı, sınıf mücadeleleri üzerinden yürüyen bir etkileşim olarak ortaya çıkar; kelimeler yalnızca anlam taşımaz, aynı zamanda çıkar ilişkilerini ve toplumsal yapıyı da yeniden üretir. İşte bu yüzden, “Dilin Ekonomisi ve Sınıf Mücadelesi” başlığı altında yapılacak analiz, kapatıcı kavramların sınıfsal temellerini ve muhalefetin bu dilsel tuzaklardan nasıl çıkabileceğini ortaya koyacaktır.