Başbakan geçen Rize’de anlatıyor, çocukluğu yokluk içinde geçmiş, annesi babası yoksulmuş…

Zengin olanların ağzında sakız, bildik bir hikâyedir bu. Ama başbakan öykünün sonunu; “hey gidi günler hey” diyip geçiştiriyor.

Devamını anlatmak şimdi bize düşer.

Bu öyküde, çoğunluk simit satar zengin olur, bizim Rizeli yoksul çocuk başbakan olur, ülkesinin tek adamı, dünyanın tanıdığı bildiği bir lider olur…

İstese astığı astık, kestiği kestiktir artık. Ülkenin girdisi çıktısı, açık, gizli ödenekleri elinin altındadır.

Ak akçeli işler ondan habersiz görülmez…

Artık, ne kadar yaşamadığı, gıpta ettiği varsa yaşar, çevresine yaşatır. Örneğin, o yoksul günlerinde su birikintilerinde yüzdürdüğü kâğıttan gemiler aklına gelir, oğluna gemicik alır.

Kızı yağlı eşiklerden atlar, gelin olur.

Banka hesaplarını bilen yok, yazan çizen yok. Gözünün üzerinde kaşın var diyen yok…

Laf edene kızar bağırır. Aba altından sopa gösterir. Hapishaneler, yargı, kolluk onun emrindedir. Tespih sallar gibi yağlı urgan sallar elinde. Halkı korkmaya, diz çökmeye çağırır.

Aydını, aydınlık bir günü olsun istemez memleketin.

Herkes haddini bilmelidir, herkes sırasını. Yaradan herkesi eş, herkesi bir yaratmamıştır. Beş parmağın beşi bir değildir. Ondan iyi bilen mi var.

Baş odur, başbakan odur. Ondan çok bilen olmaz artık. Ondan çok yiyen olmaz… Gerçi karnı çoktan doymuştur doymasına, ama onun gözü hala açtır, dünyayı yese doymaz.

Her yaptığı, her dediği ile; “toklar ne anlar açın halinden” dedirtir bize.

Yokluk içinde büyümüş, yoksulluk görmüş o çocuktan artık eser yoktur. Yediği önünde, yemediği arkasında; var içinde varsıl bir başbakandır o…

Hasan KAYA
14 Kasım 2012 Çarşamba