Başımıza gelen ne kadar olumsuz iş varsa hepsi kötü adamların işi. Yaşadığımız acılar, yokluk, yoksuluk, işsizlik onların başının altından çıkıyor.
Savaş, savaş kışkırtıcılığı onların işi. Barışın dilinden kaçanlar onlar.
Günü zor geceyi dar eden onlar.
Evet doğru.
Ama açık konuşmak lazımsa ben onlara bunun için kızamıyorum. Kızmanın bir faydası olduğuna da inanmıyorum. Üstelik bunun; bir işe yaramayacağını da biliyorum.
Onlardan beklediğimiz ne varsa her seferinde bizi yanıltmadan yapıyorlar.
Doğrusu bizi hiç hayal kırıklığına uğratmıyorlar.
Peki biz… İyiler, iyilerin yanında olanlar.
Biz ne yapıyoruz. Bizim onları hayal kırıklığına uğratığımızı söyleyebiliyor muyuz?
Hayır, biz de onları hayal kırıklığına uğratmıyoruz.
Ne güzel değil mi?
Bizim onlardan beklediğimizi onlar yapıyorlar, onların bizden beklediğini de aynı cömertlikle biz geri veriyoruz…
Bizden bekledikleri ne yazık ki; bizim yararımıza olan şeyler değil…
Ne yaparlarsa yapsınlar oturup seyretmemizi bizden bekliyorlar.
Peki ne yapıyoruz; oturup seyreden oluyoruz.
Tepkisiz oturup izlememizi, sineye çekmemizi istiyorlar.
Soran, sorgulayan olma diyorlar.
Oluyoruz.
Kim kıydı çocuklarımıza efendiler demek aklımıza gelmiyor. Yeter, bu böyle gitmez diyemiyoruz.
Neden?
Biraz umursamazlık, biraz korku.
En çok da kendi gücümüze inanmama…
Evet, ne yazık ki kendi gücümüzün farkında değiliz.
En kötüsü kendimize inanmıyoruz. Bir şeyleri değiştirecek gücümüzün olduğunun farkında değiliz.
Hal böyle olunca kendi kendimize konuşup bolca bahaneler üretiyoruz.
Biz çalar biz oynarsak bir şey olmaz diyoruz.
Aslında onca insanız; meydanlara insek, halaya girsek yer yerinden oynar.
Görmüyor musunuz gençler sesini az yükseltince kimlerin etekleri zil çalmaya başladı…
Kimler omlet tarifi vermeye başladı…
Hasan KAYA
21 Aralık 2010 Salı