Sıcaklardan bunalmış içeri atıyorum kendimi. Televizyonu açıyorum, bildik bir tartışma programı, bildik adamlar, kadınlar. Bir bulmacaya dönen koalisyon tartışmaları. Lafı dolandıran, bir türlü saadete gelmeyen Prof. unvanlı bildik, tanıdık bir yüz.
Bir torba dolusu lafın özeti; “bu hükümete haksızlık ediyorsunuz” diyor.
Hepsi bu.
Eleştirmek, yapılan yanlışları söylemek haksızlık oluyor. Sonra bir, gazeteci, köşe yazarı derken bir politikacı alıyor sözü, her çizgiyi kırmızıya boyuyor, daha çok “devlet” diyor, “vatan” “millet” diyor.
Başka bir şey yok.
“Üzerine sifon çek geç” dememle televizyonu kapatmam bir oluyor.
Kararan ekranda “umutsuzluk” yazıyor.
Bu düzeyde eğitimli insanlar, yıllarca politikanın içinde olan bu adamlar, kadınlarla işimizin ne kadar zor olduğunu düşünüyorum.
İşimiz zor…
Çünkü bu ülkede, sahibinin sesiyle konuşan bu adamlar, bu kadınlardan başkalarını duyma, onlardan başkasını karşımızda görmeyiz.
Çünkü; “Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda, egemen düşüncelerdir, başka bir deyişle, toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel güçtür.” (Marx)
İşte bu yüzden onlar her yerde karşımıza çıkıyorlar, onlar konuşuyorlar…
Ama halkın içinde, hayatın direnen, kavga dövüş kendi yolunu arayan bir sesi daha var.
O hiç ummadığımız yerden çiğ tanelerini uyandırarak seslenir; “Kimdir devlet?” diye sorar ve sorduğu soruya kendisi cevap verir, Karadeniz’in sis basmış yüksek yaylalarından Hava Ana; “Devlet bizim sayemizde devlettir. Ben halkım” diyerek elindeki baston gibi kullandığı sopasını kaldırır valiye, kaymakama seslenir, “Ben ben ben” der meydan okur…
Devleti olur olmaz kutsayanlara, iktidarların önünde düğme ilikleyip, el pençe duranlara öyle bir şamar atar ki, adam olan kalkmaz yerinden.
Yeşil yol yapıyoruz diyerek, halka yol yordam öğretmeye kalkanlar, şimdi içine düştükleri bu rezil durumdan utanıyorlar mı?
Hasan KAYA
13 Temmuz 2015 Pazartesi