.: Şair ve Şiir

Şiiri anlatmak hiç de kolay değil. Şiirin ne olduğunu anlatmaya çalışma çabaları hep eksik kalmıştır. Şiiri doğrudan anlatmanın güçlüğünden olacak, şiirin ne olduğunu anlatmak yerine, neyin şiir olmadığını anlatma yoluna dahi gidilmiştir. Ancak bu da şiiri anlatmaya yetmemiştir

Şiiri anlatmanın bir başka yolu daha olmalı. O da şairin kim olduğunu anlatmaktan geçiyor.

Şairin kim olduğunu ve nasıl biri olduğunu tanımladığımızda, yazdığının da şiir olup olmadığı ortaya çıkar. Şairin ruhsal dünyasına geçmeden önce, şairin yazdığı dile son derece hakim biri olması gerektiğini hemen söyleyelim.

Her yazınsal çalışma, dilin çok iyi bilinmesinden geçer. “Edebiyat bilimiyle, dilbilim, özleri gereği ayrı ayrı birer bilim dalıdırlar; önlerinde birbirlerinden çok farklı bilimsel görevler bulunmaktadır.”[1]   Ancak her biri ayrı bir bilim dalı olmasına rağmen her ikisi de bir filolojik bilim dalıdır. Bu her iki bilim dalının ortak yanlarının ve bir birine yakınlığının bir nedeni olmakta. Bu yakınlık şiir için hepten tartışma götürmez bir gerçektir. Şiirin kısa ve öz olması gerektiği göz önüne alındığında, dile çok iyi hakim olmanın, dilin tüm inceliklerini bilmenin önemi kendiliğinden ortaya çıkar.

Şair dili iyi bildiği gibi, çağını da iyi bilmelidir. Bazen yaşadığı dönemin tanıklığını yaparken, çoğu zaman yarının müjdecisidir o. Aşk şiiri dahi yazsa, çağını bilmesi, şiirine daha geniş bir anlam kazandıracaktır. Şair yazdığı dili, yaşadığı çağı ve içinde yaşadığı toplumu bilirse, yazdıklarının anlam kazanması ve yarına kalması daha kolay olur. Bir şiirin edebi değeri yanı sıra, her yazınsal çalışma gibi toplumsal, sosyolojik ve tarihsel  değeri yukarda sıraladığımız unsurların iyi bilinmesinden geçer.

Freud’e göre şair, şiir yazarak çıldırmaktan kurtulan, hiçbir zaman da gerçekten iyileşemeyen bir nevrozlu, bir ruh hastasıdır. Bunu kabul edersek şiirin ve genel olarak sanat yapıtlarının bilinç altının bir boşalımı olarak kabul etmek gerekir. Kimilerine göre de sanatçı kendisini zorladıkça sanatsal yapıtın ortaya çıkması söz konusu olur. Bu da sanatın bilinçle oluşturulduğu savıdır. Ancak bir çok sanatçı ve yazarın kendi yaratma süreçleri ile ilgili söylediklerine bakılırsa sanat yapıtının ortaya çıkması ne salt bilinç altının bir boşalması nede bilincin ürünüdür.

Şairin ruhsal dünyası sıradan insanınkinden çok farklıdır. O “serseri ruhlu” olduğu gibi; atak ve çevresinde yaşanan olay ve olgulara karşı duyarlı biridir. O herkesin yaptığını yapan, söyleyen değil; kimsenin yapmaya cesaret edemediğini yapandır. Kelimenin tam anlamıyla bir savaşçıdır. Cesareti ve korkularını uçlarda yaşar. Ne korktuğunu saklar ne de cesareti ile övünür. Çok karmaşık ve anlaşılmaz sandığımızda bile şairin kendi içinde son derece dengeli ve uyumlu oluşu bir başka özelliğidir. Ancak bu dengeli oluş çılgınlıklar yapmasının önünde asla engel değildir.  Yanmaktan korkmaz şair, elini ateşe sokmak onun için son derece olağan bir davranıştır. İster Nazım gibi isterse de Metin Altıok gibi alevlerden kaçmaz.  Bir kıvılcımla parlayacak kadar heyecanlı, bir tek göz yaşıyla sonsuz duygu yoğunluğu yaşayabilen biridir.

Şair aynı zamanda kimsenin görmediğini gören ve söyleyendir. Şair sıradan olmadığı içindir ki, kullandığı dil ve yazınsal biçimi ile kendine özgü ve özgündür. Çoğu zaman gündelik dili kullanmaz, kullanırsa da ona olduğundan farklı bir anlam ve içerik kazandırır. Söylemi ritmik ve melodilidir.

Şair bildik sözlerle, güzel söz dizimi oluşturmanın şiir olmadığını bilir ve bundan özenle kaçınır, imgelerle anlatmayı sever. Yeni söz dizimleri  ve deyimler üretir. Bu yönüyle dile yeni anlamlar kazandırıp onu geliştirir. Adına “sadeleştirme” dediğimiz; olabildiğince kısa ve öz bir söylemi yeğler, gereksiz sözlerden kaçınır. Az söz dizimiyle çok şey anlatmayı bilir. O kimsenin akıl edemediği, etse de dilendirmeye cesaret edemediği biçimde dili kullanmaktan çekinmez, olmayacak sözcükleri yan yana getirip onlarla melodik bir uyum içinde anlama varmasını becerir.

Şiir çoğu zaman güzel söz dizimi olarak görülür ve her güzel söz dizimine de şiir denir. Bu şiiri çok basite indirgemek ve anlamını daraltmak olur. Şiirin illa da bir mesajı olması gerektiğine inanmak da bir başka yanlıştır. Ve bu bağlamda, şairin de bir mesaj veren olması istenir. Ancak şairin bütün bu öngörülerden uzak olarak, bazen öznel gerçekliğinden hareket ederek de yazacağı şiirler olur. Şiir diğer bir tanımıyla kuralsızlıktır. Bu kuralsızlık sadece dil alanındaki bir kuralsızlık değil toplumsal ilişkiler ve siyasal sistemlere karşı da bir kuralsızlıktır. Şair bunu yaşamıyla bütünleştirir.

İster aşk ister toplumsal bir gerçeklikten söz ediliyor olsun, şiir asla kolayı seçmez. O hep bu günün değil yarının söylemini kullanır. Şiirin kalıcılığı da, günün sınırları içinde kalmamasından kaynaklanır. Toplumsal ilişkilerin, hayata bakışın yeniden üretimini gerçekleştirirken, günün dar sınırları içinde kalmaz, yarını görüp hayatın yeniden üretiminde bu yarını resmeder.

Herkesin en az hayatında bir kere şiir yazdığı öngörüsünde bulunmak sanırım çok da yanlış olmaz. Neredeyse herkesin “şair” olduğu bir coğrafyada bilinen şiir ve şairlerin sayısı iki elin parmaklarını geçmeyecek kadardır. Dönemsel şairlik paydası, anlık çok okunan şiirlere bakarak bir değerlendirme yapmak yanıltıcı olabilmekte.

Şiir olma iddiasında olan bir çok yazılı metin, şiirin sözlük anlamı olan “Zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan edebî anlatım biçimi.” tanımlamasına bile yaklaşamamışken, bu yazılı metinleri yazanların şairliği de elbette söz konusu olmaz. Şiir duyguların düşüncelerin anlatımıdır. Ancak bu anlatımın şiir olması için en azından TDK sözlüğündeki yukarıda verdiğimiz tanıma yakın olması gerekir. Her güzel sözle duygu aktarımı şiir olarak tanımlanacak olursa, bu öncelikle şiire yapılmış bir haksızlık olur. Şiir gerçekten sevmeden yazılmaz. Ve şiire karşı saygılı olunmadan şiir yazmak hepten olanaksızdır.

 Hasan KAYA

[1]  Edebiyat Bilimi Gennadiy N. Pospoelov Evrensel Kitap Kitaplığı sf.11