Sabah başlayan yağmur akşama kadar aralıksız yağdı. Elimdeki kitaptan başımı ara ara kaldırıp, umarsız yağan yağmurun altında giderek daha tenha daha sapa bir çıkmaz olduğunu yazmasını seyrettim. Bütün gün kediler sığındıkları balkon altlarından başını bile dışarı çıkarmadılar. Yiyecek bir şey aramaya çıkmadılar. Köpeklerin havlamaları duyuldu sadece. Belli ki, onlarda bir yerlere sığınıp oradan aç susuz havlıyorlardı.
Burada kış, kış gibi yaşanmıyor, yağarsa yağmur yağıyor uzun aralıksız. Hava şairin dediği gibi “kurşun gibi ağır” oluyor. Deniz bu ağır havalar altında rengini arıyor. Sahile vuran dalgalar, bütün sahil aynı renge boyuyor. Uzak yazılmamış şiirlerde kalıyor mavi, yeşil. Bugün okuduğum bütün şiirler hüzünlü ayrılıkları anlatıyor. Her şeyde biraz, Edip Cansever melankolisi var, anlaşılmayı bekleyen.
Anlamaktan yorulmuş, anlamsızlığın olası anlamına bırakıyorum kendimi. Son günlerde hayatımda her şey zamanın ruhuyla uyum içinde, olması gerektiği kadar dağınık, anlamsız. Kiminle konuşsam “zor günlerden geçiyoruz” diyor. “Yine de, bir şeyler yapmalı” demeye kalmıyor, her şeyi olduğundan daha zor göstermeye çalışıyorlar, suskunluklarına bir bahane bulmanın gizli sevincini yaşıyorlar.
Korkunun yoğun ablukası altında, toplumsal bir felç oluş yaşıyoruz. Öfkeli olmam lazım, ama ben daha çok utanıyorum. Sonra ardıma cevabını bulamadığım sorular düşüyor, kalabalıklar içinde izimi kaybetmeye çalışıyorum.
Ne güzel yağıyor yağmur, sokaklardan kedilerin ayak izlerini siliyor. Her şey bir yana, benim aklıma durup dururken kuşlar geliyor. Bu sicim gibi yağan yağmurda ne yapıyorlar, nereye saklandılar…
Saat başı, haber kanalları savaş haberlerini veriyor. Söylenmesi gereken hiçbir şeyi söylememek için, sayılarla başlıyor. Ölenler, öldürülenler sadece birer rakam. Hiçbir çocuk, hiçbir asker ölmemiş, hiçbir anne ağlamamış. Bilmem kaç kilometre öteye düşen top mermileri evleri yıkmıyor, ocakları söndürmüyor. Gece uykuda sıçrayan çocuklar, çocuklar ağlamıyor…
Spikerin sesinde, savaşın neden olduğu derin yara izini boşuna arıyorum. Sıradan, bir üçüncü sayfa haberini okumanın rahatlığı, umarsızlığı var sesinde. Her şeyi konuşuyor gibi yaparak hiçbir şey söylememek nasıl bir şey bir daha yaşıyoruz. O kutsal büyük kalabalıklar hiç zorlanmıyor, rahat devinimler içinde, umursamaz gülüşler, kahreden donuk soğuk bakışlar. Arabesk bir aşk şarkısını dinlerken nemlenen o kör olasıca gözleri, savaş haberleri arasında kuru bir sessizliğe bırakıp kendini susuyor…
Anlamak kolay değil elbette.
Çünkü bu işin bir sosyolojisi var, bir psikolojisi. Elbette bir ekonomisi var, birilerini zengin eden, birilerini rezil eden batası aktöresi…
Yıllar önce okuduğum, İkinci Dünya Savaşını yaşamış bir Almanın anılarında kaldığına kendimi inandırdığım, savaşın korkunç yüzüne bakıyorum irkilerek. Her savaşın, her kötülüğün bir sahibi var, rahat, umarsız, meydan okuyan.
Hasan KAYA
13 Şubat 2018 Salı