Kirli hava, denizde plastik adaları, çöp dağları üzerine çokça yazılıp çiziliyor. Peki ya ayaklarımızın altından kayıp giden toprak…Toprağın içinde yaşayan milyonlarca canlı organizma, hayatın devamını sağlayan besinlerimizin kaynağı olan toprak üzerine konuşan var mı?

Konunun uzmanları dışında kimsenin pek ilgi göstermediği bir alandır. Toprak, yaşam döngüsü içinde son derece önemli bir yer tuttuğu halde, hakkettiği ilgiyi görmüyor.

Toprak, tarımsal üretimin düştüğü dönemlerde kısmen ilgi görüp tekrar unutulmaya terk ediliyor.

Toprak üzerine ne biliyoruz?

Binlerce yıldır insanlığın karnını doyuran toprak üzerine aslında çok bildiğimiz bir şey yok. En az bildiğimiz konulardan biridir toprak. Oysa hayatımızı doğrudan etkileyen, ayağımızın altındaki toprak yaşamsal bir öneme sahip. Her yıl dünyada 10 milyon hektar toprak kaybediyoruz. Bu üretim yapmak için artık elverişli olmayan topraklara sahip olduğumuz anlamına geliyor.

Türkiye, 2001-2010 yılları arasında tarım dışına çıkarılan arazi miktarı resmi rakamlara göre 827 bin hektar. Yani Türkiye dokuz yılda Bolu’nun yüzölçümü kadar toprak kaybetti. Tarım arazilerinin tarım dışı kullanıldığı alanların başında sanayi ve inşaat sektörü geliyor.

Uzmanlar yer kabuğunun derisine “pedosfer” diyor: Toprak mineraller, hava, su ve organik maddeleri içerir. Mineral parçacıklara, toprağın inorganik parçaları da denir. Kayalardan başlayarak çakıl, taş, kum, silt ve kil tanelerini kapsar. Kimyasal yapı ve büyüklük açısından farklılık gösterirler. Kilde, tek tek taneler en fazla 0.002 milimetre; siltte daha uzun olur ve kum tanelerinin çapı iki milimetreye kadar olabilir. Buna ek olarak, toprağın ölü bitki ve hayvanlardan miras aldığı tüm ölü organik maddelerden oluşan humus da eklenir. Sadece humus sayesinde toprak verimli olabilir. Humuslu toprak, bitki ve hayvan artıklarının toprakta birikmesi ile oluşur. Toprağa henüz düşmüş yaprak, kök ve çeşitli bitki artıkları ile bunlardan ayrışmış ve ayrışma aşamasındaki her türlü madde toprağın organik maddesini oluşturur.

Toprakta yaşayan bakteriler, mantarlar, algler, protozoalar, toprak solucanları ve çeşitli larvalar; toprağa düşen bütün organik maddeleri parçalar ve ayrıştırarak organik artıkları sağlar.

Toprağa düşen bitkisel ve hayvansal artıklar mikroorganizmaların yaşama ve beslenme ortamını teşkil eder.

Bu geri dönüşüm işlemini hayal etmesi zor sayılarla da ifade edilebilir. Bir hektarlık ağaçlık alanda, yani 100 metre kenar uzunluğunda bir karede, 15 ton çok hücreli canlı beslenme döngüsünü devam ettirir (memeliler ve kuşlar bunun dışında). Tek bir metreküp içerisinde, bir milyon yengeç, birçok yuvarlak kurt, yüz milyon alg, yüz milyar mantar, otuz trilyon bakteri her türden organik malzemenin kırıntısını, inorganik bitki gübrelerine dönüştürüyor: Bu mikro kozmosun sindirim gücü, çimleri, sebze ve meyveleri büyüten besinleri oluşturuyor.

Yeraltındaki biyolojik süperstar, solucandır. Solucanların dünya üzerinde yaklaşık 9000 türü olduğu tahmin ediliyor. Bunun sadece 3’te 1’i toprakta yaşarken diğer kısmı suda yaşıyor. En uzun solucan resmi kayıtlarda 6,7 m olarak G. Afrika’da kayda geçmiştir. Genel olarak 90-300 mm arasında boyları değişir ve 10 yıl kadar yaşayabilirler. Kırmızı, yeşil, gri ve mavi renklere sahip solucan türleri de mevcut. Toprak solucanı, su ve hava koridorlarını sekiz metreye kadar kazıyor. Bir metrekarelik çayırlığın altında, toplam uzunluğu bir kilometre olan tüneller inşa ederek, bitkilerin köklerini toprağa salmasında büyük kolaylık sağlar. Ayrıca solucanın atığı bitkiler için önemli besin kaynağı oluyor.

Darwin, 1881 yılında bunun farkına varan öncülerden biriydi. “Gübreli toprakla kaplı geniş bir araziye baktığınızda, unutmayalım ki güzelliğinin bir nedeni olan düzgünlük, solucanların eğri büğrü yerleri düzeltmesinden kaynaklanmaktadır. Bu arazinin tümündeki gübreli toprağın solucanların gövdesinden geçtiği ve her yıl tekrar geçeceğini düşünmek ne harika bir şey. Saban insanın en eski ve değeli buluşlarından; ama ondan çok önce araziler toprak solucanları tarafından düzenli sürülüyordu ve hala sürülüyor. Sanırım ki hayvanlar aleminde dünyanın tarihi üzerinde mütevazi toprak solucanı kadar önemli rol oynamış başka bir yaratık olsun”[1]

Ayağımızın altındaki toprak milyonlarca canlının içinde yaşadığı yerdir. Bu canlılar verimli toprakların oluşması için önemlidir. Onlarsız verimli topraklardan söz etmek olanaksızdır. Toprağın içinde süren bu hayat bitkilerin temel gereksinim maddelerini üretmeye yarıyor. Ayağımızın altından günden güne kayıp giden toprak içinde, hala binlerce canlı, karşılıklı bir ilişki içinde var olmaya devam ettiği için yaşam devam ediyor.

Ancak, günümüzde kimse toprağa çok da sevecen davrandığımızı söyleyemez. Dünyanın birçok yerinde verimli topraklar hızla bozulmakta. Yanlış sulama, erozyon, hızlı şehirleşme verimli toprakların hızla yok olmasına neden oluyor. Dünyanın dört bir yanından gelen haberler, verimli tarım arazilerin, ormanların hızla yok olma tehdidi altında olduğunu gösteriyor.

Yanlış sulama ve ilaçlama, aşırı gübre kullanımı, maden ve sanayi atıkları, toprağın içindeki canlı yaşamı yok ederek toprağın verimini hızla düşürüyor. Özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde hızlı kentleşme kıyı bölgelerini vuruyor. Tarım için değerli olan kara toprağın betonlaşması ile elden çıkmasına neden oluyor. Kuzey Ege’den, Antalya’ya kadar geniş bir alanda son 30-40 yıl içinde turizm adına yoktan var edilen kentler hep tarım alanları üzerine kuruldu. Verimli tarım alanları üzerine büyük oteller ve yazlıklar yapılarak betonlaştırıldı.

Türkiye’de tarım alanları küçük parçalı bir yapı gösteriyor. Böyle küçük parçalara bölünmüş tarım alanlarında üretim yapılması tarımı maliyetli ve verimsiz kılıyor. Hızla artan nüfus artışı ailelerin büyümesi ve toprakların parçalanmasını kaçınılmaz kılarken, tarımsal üretimin daha maliyetli ve verimsiz olmasına, giderek köylünün kendi ihtiyacı için dahi yeterli üretim yapmasını olanaksız hale getiriyor. Bu yoksullaşmaya ve bir sonraki adımda topraktan kopmayı, göçleri kaçınılmaz hale getiriyor.

Uzun süre kullanılmayan tarım alanları hızla azot, fosfat ve potasyum fakiri olmaya başlıyor, verimliğini kaybederek geriye kazanılmayı zorlaştırıyor. Kırda yaşanan bu süreç, şehirlere göçle birlikte, şehirlerdeki tarım alanları üzerinde bir baskı oluşturuyor.

Büyük şehirlerin çeperine, tarım alanlarına doğru büyüyen şehirler tarım alanlarını bir kez daha tehdit altına alıyor. Yapılan yollar, köprüler ve binalarla hızla betonlaşarak toprak kaybını katlıyor.

Kontrolsüz büyüyen şehirlerin, tarımsal üretim alanlarını kaybetmesi, tarımsal üretimin belli merkezlere kaydırılması, tarım ürünlerinin giderek daha pahalı soframıza gelmesinin nedenleri arasına giriyor.

Hasan KAYA
25 Şubat 2019 Pazartesi


[1] David R. Montgomery, Toprak, Uygarlığın Erozyonu sf. 16