İngiliz Deniz Kuvvetleri tarafından Akdeniz’de takibe alınan iki Alman Savaş Gemisi, Boğazları 10 Ağustos 1914 geçer ve 16 Ağustos’ta Almanlar bu gemilerin Osmanlıya geçtiğini açıklar. 23 Eylül’de Amiral Souchon Türk donanmasının komutasına getirilir. Boğazı geçen Alman gemilerinin adları değiştirilir. Goeben yeniden adlandırılarak Yavuz Sultan Selim, Breslau ise; Midilli isimlerini alırlar. Almanya’nın zaman kaybetmeye niyeti yoktur. Bir an önce Osmanlı’nın savaşa katılması Rusya’nın ve Büyük Britanya’nın uğraşacağı başka cephelerin açılmasıyla güçlerinin bölünmesine ihtiyacı vardır. Yavuz ve Midilli gemilerinin Alman mürettebatına, Osmanlı üniforması giydirilip fes, taktırılır. 29 Ekim 1914’da Çarlık Rusya’sına karşı, ilk operasyona çıkılır, Sivastopol limanını bombalanır. Bombardıman sırasında Osmanlı İmparatorluğu henüz müttefik devletlerle savaşa girmemiştir.

Bu bombardımanla Osmanlı 28 Temmuz 1914’de başlayan I. Dünya Savaşına filen girmiş oldu. I. Paylaşım Savaşı da dediğimiz, I. Dünya Savaşının tüm cepheleri Almanya’nın ihtiyaçları doğrultusunda açılmış cephelerdir. Sarıkamış ve Çanakkale’de bunlardan ikisidir.

Sarıkamış Harekâtı

Sarıkamış Harekatının bütün planları Berlin’de Alman Genelkurmay’lığı tarafından yapıldı. Doğuda bir cephe açma fikri için Türk tarafını ikna etmek çok da zor olmayacaktır. 1877-1878’deki (93 Harbi,) Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisi ile sonuçlanınca Batum savaş tazminatı olarak Rusya’ya verilmişti. Sarıkamış, Kars, Ardahan ve Artvin de Berlin Antlaşması ile Rusya’ya bırakılmıştı. Yitirilen bu “yurt” topraklarını geri almak ve Türk Dünyası ile bütünleşmek amacıyla Almanya’da yapılmış olan “Sarıkamış Harekât” planlarına; dönemin Başkomutan Vekili olan Enver Paşa’yı kazanmak zor olmamış, 19 Aralık 1914 tarihinde kurmaylarına sunması sağlanmıştır.

Turan mı Petrol mü?

Birinci Dünya Savaşanına giden süreçte Genç Osmanlılarla başlayan İslamcılık ve Osmanlıcılık siyasal yönden iflas eden iki ideoloji olur. Özellikle Balkan bozgunu (8 Ekim 1912 – 29 Eylül 1913) ve Arnavutluk’un bağımsızlığını ilan ederek Osmanlıdan ayrılmasından sonra, yeni iktidarın resmî ideolojisi giderek Pantürkizm olmaya başlar. Avrupa’dan atılıp, gözlerini uzak Asya’ya çeviren Osmanlı aydınlarının imdadına bir kez daha Alman doğu bilimcileri yetişir. Ernst Jaeck adlı bir Profesör Almanya tarafından Pantürkizm’in resmi yöneticiliğine teorisyen olarak atanır. Alman basınında daha sonra Türkçeye de çevrilecek çok sayıda Turancılık ve Pantürkizm üzerine makale yayınlanır. Bu çalışmalar meyvesini vermekte gecikmez. “Osmanlı aydını çevreleri ideolojik ve kültürel yönden etki altına alınıyordu. Esasen Türkiye’nin Asya’ya çekilip, Ortadoğu’ya kapanması hatta İstanbul’u bile terk etmesini Alman yetkililerin bazılarının ciddi olarak düşündüğü”[1] görülür. Çok sürmeden bazı Osmanlı aydınları da böyle düşünmeye başlar. İlber Ortaylı, Alman etkisi altına girene kadar Türkçülüğün 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı aydınları ve Çarlık Rusya’sının Müslüman ve Türk asıllı toplulukları arasında demokrat ve sosyal nitelikleri öne çıkan, kültür ve düşünce hareketi olduğunu, ancak “Alman güdümündeki Osmanlı başkentinde, ülkeler fethine hazırlanan bir Pantürkizm’e”[2] dönüşür.

Ayşe Hür, (12 Temmuz 2015) Radikal Gazetesindeki yazısında Zafer Tunaya’dan şunları aktarıyor: “Turancılık yalnızca bir hayale mi dayanıyordu?” Ve cevabı verir: “İttihatçılar bu sorunun somut ve gerçekçi yanıtını bulduklarından emindirler ve bu da yüzde yüz ideolojik bir madde olan petroldü.” Tunaya’ya göre Halil Paşa, 15 Ekim 1918’de Enver Paşa’ya gönderdiği mektubunda bunu “Arşimet heyecanıyla” şöyle bildirmişti: “Bugün Bakû’deki mahzenlerde toplanmış olan petrol ve mazotun bugünkü fiyatlara göre kıymeti yüzlerce milyon lirayı bulmaktadır. Tanrının bir lütfu elde ettiğimiz bu kaynak, bütün mali sıkıntılarımızı karşılayacak mahiyettedir. (…) Bakü için verdiğimiz iki üç muharebede üç bine yakın can kaybettik. Binaenaleyh Bakü servetinin en büyük aksamından, fetih hakkı olmak üzere, bizim ve Azerbaycan’ın istifade etmesi icap eder…” Bu mektuptan, Enver Paşa’nın da en az Almanlar kadar, Petrolün farkında olduğunu anlamak mümkün. Yani mesele salt söylendiği gibi Turan ülküsünden ibaret değil…

Kimi Alman doğu bilimcileri işi biraz daha abartarak Adriyatik’ten, Çin Seddi’ne kadar uzanan bir Türk dünyasından söz ederler. Bu abartılı ifadeler aslında; Rusya’yı güneyden kuşatarak sıcak denizlere inmesini engelleme isteğinden başka bir şey değildir. Bunun daha sonra “Soğuk Savaş” yıllarında “Yeşil Kuşak” olarak tekrar karşımıza çıktığını göreceğiz.

Turan ideolojisini ilk savunanların Macarlar olduğu tespitini yapan Ayşe Hür aynı yazısında Niyazi Berkes’den şunları aktarır; “garip olanı Türkçü, ırkçı ve Turancı denen yazarların, asıl Türkçülük ve Turancılık akım ve fikirlerinde 19. ve 20. yüzyıllarda Avrupalı ve yerli Yahudilerin özel bir yeri olduğunu görmezden gelmeleridir” Turanın, Türkçülüğün en ateşli savunucuları da bu Yahudiler olurlar.

Bu koşullar altında Almanların Enver Paşayı Sarıkamış Hareketine kazanması hiç de zor olmamıştır.  Almanya’nın bu hareketten beklentisi elbette Türk tarafının beklentileri ile aynı değildi. Almanya için önemli olan Almanya’nın doğu cephesinde sürmekte olan savaşa Rusların bütün güçleriyle yüklenmesini engellemek, başarılı bir hareketle Osmanlı üzerinden Kafkas Petrollerine hâkim olmaktı. Bu savaşın sürdürülebilmesi için olduğu kadar Alman sanayisi içinde petrole ulaşmak önemliydi.

Hızla hazırlığı yapılan ve kış koşulları göz önüne alınmadan 6 Aralık’ta Enver Paşa ve Otto von Feldmann Yavuz Zırhlısına binerek Trabzon üzerinden Erzurum’a yola çıktı. 13 Aralık’ta Köprüköy’e ulaşıldı. Burada 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa ile görüşüldü. Enver Paşa ve Genelkurmay II. Başkanı Albay Hafız Hakkı Bey son ana kadar Alman Genelkurmay bünyesinde yapılan ve gizli tutulan bu planı geliştirmişlerdir. Planın amacı Almanların doğu cephesinde Tannenberg’de yaptığının bir benzerini yaparak, Rus güçleri Kars’a çekilmeden savaştan düşürülmesini sağlayarak Kars’ı, Ardahan’ı alarak Bakü’ye uzanmaktı.

Ancak beklenenin aksine bu saldırı Sarıkamış bozgunuyla son bulur. Rus birliklerinin arkasına sarkmayı hedefleyen çok sayıda asker Allahuekber dağlarını aşamamış, soğuktan donmuştu. Böylece Sarıkamış’a giremeyen Türk birlikleri 60 bin kayıp vermiş ve 22 Aralık 1914’de başlayan savaş 6 Ocak 1915 tarihinde geri çekilme emriyle; görevlendirilen güçlerden sadece yüzde 10 ile geriye dönebilmiştir…

Ancak Almanların henüz petrol hevesleri son bulmamıştı. Çar rejiminin 1917 başlarında çöküşü, aynı yılın sonlarındaki Bolşevik ayaklanması ve Rusya İmparatorluğunun parçalanması olayları, Almanlarda, Bakü petrolüne el koyma ümidini yeniden uyandırmıştır. 1918 Mart ayında imzalanan Brest-Litovsk Antlaşmasıyla Bakü’ye sızma ve Bakü petrolünü ele geçirme yollarını aradılar. Anlaşma ile Almanlarla Ruslar arasındaki düşmanlık sona eriyordu. Ancak; Almanların isteği olan Bakü petrollerine ulaşmaları pek kolay değildi. Hatta bu konuda Daniel Yergin, Almanlar ve Lenin’in yaptığı anlaşma ile Almanların, Türkleri durdurarak, petrolü ele geçirmelerini engellemek şartıyla, petrolden pay alacaklarını ifade etmişlerdir.[3]

Ancak Bakü’yü ellerinde tutan Bolşevik Bakü Komünü buna razı olacak durumda değildi ve şu ifadelerde bulunuyorlardı: “Ne zaferde ne de yenilgide, Alman çapulculara alın terimizle ürettiğimiz petrolden bir damla vermeyeceğiz.”[4] Böylesi kritik bir dönemde Bakü petrollerinden yoksun kalmak Almanlar için ağır bir darbe oldu. 1918 Ekim’inde Almanlar için savaşta dayanılabilecek süre iyice kısalmıştı. Petrolle ulaşamayan Almanya açısından savaşı sürdürmek artık çok güçtü.

Türkiye açısından ise, bugün bir benzeri Suriye’de yaşanan, emperyalist devletlerin bölge petrolü üzerine çıkardığı savaşlarda vatan evlatlarını kaybetmek anlamına geliyordu…

Hasan KAYA
29 Aralık 2016, Perşembe

———————————————–

[1] İlber Ortaylı, İkinci Abdülhamit Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfusu sf, 119

[2] İlber Ortaylı, İkinci Abdülhamit Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfusu sf, 120

[3] Daniel Yergin, Petrol “Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü”, Ankara 1995. s.206

[4] Daniel Yergin, Petrol “Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü”, Ankara 1995. s.207