36

Televizyon kanallarının Ana Haber bültenleri trafik kazaları, cinayet ve yangın haberlerinden geçilmiyor. Gazeteler de farklı değil. Eskiden üçüncü sayfa haberi olarak okuduklarımız artık baş sayfada manşetten giriyor…

Hem de ne haberler!

Özelikle de cinayet haberlerini tüm detaylarına kadar veriyorlar. İnsanın tüyleri diken diken, dili varmıyor, bu cinayetlerin işleniş biçimini anlatmaya.

“Bunları Ana Haber Bültenlerinde vermeyin, gazetelerin birinci sayfasına koymayın” desem kesin birileri çıkar alkışlar beni.

Yasaklardan söz eden, bizde hep alkışlanmıştır. Yasak, okumak ve bilgilenmek ile ilgiliyse hemen tutar.

Okumaktan korkan bir toplum olduğumuz her halimizden belli. Yapılan araştırmalarda kitap okuma çıkan oranlar geri kalmışlığımızın yüzümüze tutulan aynası gibi…

Kitabın yasaklandığı, cadı ilan edilerek, suçlanıp yakıldığı bir ülkede sonucun bu olması doğal…

İki askeri darbe gördüm. Darbe sabahı evinde kitabı olanların yaşadığı ilk telaş kitapların başlarına açacağı bela olurdu. 12 Mart Muhtırası, ardından ev baskınları, aramalar başlayınca üniversitede öğrenci olan yakınlarım kitaplarının derdine düşmüşlerdi. Naylon torbalara sarıp arka bahçeye gömme fikri tutmayınca hepsi sobada yakıldı.

O zamanlar ilkokula giden bir çocuk olarak bütün bunları izlerken kitap düşmanlarının iş başına geldiklerini sanmıştım.

Haksızda çıkmadım…

12 Eylül de ise, ben düştüm aynı telaşa. Çünkü yine aklı başında olmayan, kitap düşmanı birileri gelmemişti iş başına.

Bilmek öğrenmek yerine bazı tekrarlardan medet umuyoruz. Tekrarın iticiliği aklımıza hiç gelmiyor. Bir şeyi kırk kez tekrarlarsak olur sanıyoruz. O yüzden durmadan her şeyi tekrarlıyor, tekrarlatıyoruz. Bildik bir örnek veriyim: yıllarca her gün okullarda çocuklara “Türküm doğruyum, çalışkanım” dedirtmekle ne oldu?

Hiçbir şey…

Ne kadar “doğru” olduğumuz konusunda bir yorum yapmayacağım. Bir zahmet herkes elini vicdanına koyup kendi yapsın. Ne kadar üreten bir toplum olduğumuz ise zaten ortada.

Sanırım yine aynı mantıkla, tekrarlardan medet umularak dağa taşa “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazıldı. Bu bana; kendini mutlu duyumsamayan birilerinin işi gibi gelmiştir. O da bir işe yaramadı.

Mutlu bir toplum olamadık.

Tekrarlardan keramet bekliyor, yasakları seviyoruz. TV ekranında sigaraya ve içkiye uygulanan buzlandırma üç vakte kadar öpüşme sahnelerine de uygulanırsa şaşmam.

Bu konuda yapılan tartışmalar var. “Dizilerde öpüşme olmasın, olursa şiddetli olmasın” diyenler oluyor. İrite olan Bakanımız var, neredeyse hiç öpüşmediğini düşüneceğim.

Allah’tan şimdilik gündem bir hayli hareketli, bundan söz eden yok. Ancak üç vakte kadar yeniden gündeme geleceği kesin.

Birileri gönlünce sanat eserleri üzerinde bu kadar kolay oynamayı düşünüyor veya oynanabiliyorsa, onları sanattan kabul etmiyor demektir bu.

“ Allah’tan tükürmüyorlar, buzlandırmakla yetiniyorlar” diyerek sevinenlere de hak vermek lazım.

Midenizi daha fazla kaldırmadan devam edelim…

Peki, kim hangi kıstaslara göre, neyin sanat olup olmadığına karar veriyor?

Ortada bir sorumlu, bir muhatap kişi, kurum yok… Hep olduğu gibi her şeyin en doğrusunu, en iyisini bilen birileri bizim adımıza bize rağmen karar verip uygulanmasını istiyor. O da; her şeyden anlarmış gibi, genellikle başbakan oluyor…

Eskiden çevirisi yapılacak kitapların bazı sayfalarını çevirmek yasaktı. Diyelim çevirisi yapıldı; her şeyi “bilen,” her şeyden “anlayan” bir savcı onların kitaba girmesini engelleyebilirdi. Böylece gençliğin siyasi, ideolojik zehirlemesi önlenmek isteniyordu. Şimdi ise; içki ve sigaradan zehirlenmesi önlenmeye çalışılıyor. Yakında tüm kitaplarda sigara içki kelimesinin üzeri çizilmiş görürseniz şaşırmayın.

Onlarca İnternet sayfasının yasaklı olduğunu, erişiminin engellendiğine hiç girmeyelim…

Görme, bilme, öğrenme ahlaklı ol dedikleri bir demokrasi anlayışı bu…

Sigaranın, içkinin TV ekranlarında buzlandırılmasını öpüşme görüntüleri izleyecek. Sonara sıra kitaplara gelecek. Ve başbakanın görmeye tahammül edemediği yazar, gazeteci, iş adamına kadar genişleyebilir bu uygulama.

Şaka gibi geliyor size değil mi?

Ama hiç acele etmeyin. Pek yakında gün aşırı medyada gördüğümüz bazı yazar, gazeteci ve işadamları köşelerine çekilip kayıp çocuklar gibi sır olacaklar…

(Biz bu satırları yazdığımızda henüz buraya varmamıştı yasaklar. Sağ olsunlar yalancı çıkarmadılar bizi…)

Hasan KAYA

23 Şubat 2010 Salı