İşin doğrusunu söylemek gerekirse olup bitene sevinemiyorum. Bir muhalif olarak hükümetin gidecek zayıflamasına sevinmem gerekirdi, ama sevinemiyorum. Çünkü hükümetin ipliğini pazara çıkarmada muhalefetin ve benim gibi muhalif olanların bir payı yok. Kabul etmek zorundayız, bu hükümet gidecekse bu biz muhalif olan kesimlerin çabası ve mücadelesi ile olmayacak.
Lafı fazla dolandırmadan, yazıyı da zora sokarak baştan söyleyelim: bu hükümeti kim iktidara getirdiyse onlar şimdi “işin bitti gidiyorsun” diyecekler.
Sessiz sedasız hazırlanarak iktidara getirdiklerini neden böyle gürültü koparıp rezil ederek göndersinler diyenler olabilir. Ancak gelişmeler biraz geriye gidilerek izlendiğinde, aylar öncesinde bunun daha uygun bir dille söylendiğini anlamak hiç de zor değil. Ancak bizim Kasımpaşalı işi delikanlılığa vurdu, ayak diredi, “millet iradesi, sandık” dedi durdu.
Herkesin muhalefet partilerini hedef aldığını sandığı; o yüksek perdeden konuşmaları, nutukları aslında kendisini iktidara getirenlere verilen mesajdan başka bir şey değildi.
Erdoğan’ın, Gezi Olayları sonrası “Faiz Lobisi” diye ifade ettiği, hedef gösterdiği ile Konya konuşmasında (17 Aralık 2013) “karanlık odaklar” olarak ifade ettikleri aynı.
Kim bunlar?
Küresel düzeyde ekonomiye ve siyasete yön verenler. Yani kısa ve öz söylemi ile küresel sermaye.
Gülen ve Cemaat bu işte sadece küçük oyuncular, piyonlar olarak görev yapıyorlar. Cemaat, öyle abartıldığı gibi büyük bir güç olmadığı gibi kavganın gerçek tarafı da değil. Ancak cemaat kavganın geçek tarafını perdelemek açısından son derece önemli bir işlevi üstleniyor. İlla ciddiye alınması gerekiyorsa bu yüzden ciddiye alınmayı fazlası ile hak ediyor.
Erdoğan gibi liderler arka arkaya seçim kazanıp devletin güç odaklarını kontrol eder duruma gelince, içeride giderek otoriterleşirken dışarıda küresel ekonominin ve siyasetin belirleyenleri ile ilişkilerini zayıflatmaya, bağımsız hareket etmeye çalışırlar. Ya da en azından bunu denerler diyelim. Bu bağımsızlıkçı bir duruştan çok temsil ettikleri sermaye kesimlerinin bölgesel ve küresel aktör olmaları için uğraştan başka bir anlama gelmez. Ortadoğu ve Afrika’da AKP iktidarının denediği, ama başaramadığı “Yeni Osmanlılık” tam da böyle bir şeydir.
Küresel sermaye ile âşık atmak anlamına gelen bu girişim temsil etikleri sermaye kesimlerinin hızla palazlanması için içeride anti-demokrat olmayı getirdiği gibi, dışarıda emperyal politika heveslerini kışkırtır.
İçeride ne olduğu ile doğrudan ilgili olmayan küresel sermaye kendi pazarında küçükte olsa yeni bir rakip istemez. Doğal olarak çelişkilerin derinleşmesi ve bir süre sonra karşı karşıya gelişler kaçınılmaz olur. İşler bir kez bu noktaya varınca küresel sermaye içerde ve dışarıda hükemetin her adımını takıp eder ve değerlendirilir.
Hükümet karşılaştığı, karşılaşacağı skandalların tam da göbeğinde, eski “dostların” hiç de boş durulmadığını şaşarak görüp karşı koymak için her yol denenir Ancak bu saatten sonra her deneme, her karşı duruş daha hızlı bir gidişi hazarlar.
Hasan KAYA
18 Aralık 2013 Çarşamba