İlk bakışta göç olgusu bireylerin daha iyi yaşama ve daha olgun koşullarda yaşamalarını sürdürmek için göze aldıkları “keyfi” bir girişim olarak gözükmekte. Günlük konuşmalarda göçmenlerin sıklıkla karşılaştığı “Gelmeseydin, kimse sana buraya gel demedi.” türünden söylemlerden de anlaşılacağı gibi, göç olgusu daha çok keyfi bir eylem olarak algılanmakta. Oysa olay hiç de öyle bireysel bir olgu olma niteliği göstermiyor. Göçü zorunlu kılan etmenler olmadan göç olgusunun yaşanması söz konusu olmazdı. Göç hareketlerinin dünya ekonomik yapısı içinde anlaşılabileceği, yapılan araştırmalardan da görülmekte.

Küreselleşme ile daha rahat gözlemlenen ve gün ışığına çıkan gerçeklerle çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki, göç olgusu dünya ekonomik sisteminin var ettiği bir olgudur. Burada küçük bir parantez açıp, küreselleşmenin bir günde bulunmadığı ve bütün bu olguların da küreselleşmenin bir sonucu olmasından çok, küreselleşmeyi kapitalist ekonomik sisteminin vardığı bir nokta olarak gördüğümüzü hemen belirtelim. Dünya servetlerinin eşitsiz paylaşımı ve dengenin gelişmiş kapitalist ülkeler lehine sürekli artan bir oranda değişmesi sonucu göçlerin olması doğaldır. Birleşmiş Milletlerin göç verilerine göre 1970–2010, aralığında dünyadaki göçmen sayısında 2,5 kat artış olmuştur. Buna göre 1970 yılında 84 milyon olan uluslararası göçmen sayısı 2010 yılında 214 milyon[1]olmuştur.

Birleşmiş Miletler Uluslararası Göç Verilerine göre 2010 yılında dünya nüfusunun 3,1’i göçmen konumundadır. Dünyada ki toplam göçmenlerin %32,6’sı Avrupa’da %23,4’ü Kuzey Amerika’dadır. ABD’nin bu oran içindeki payı ise %20’dir.

Göç olgusu boyutlarını anlayabilmek için  Harvard Üniversitesinde yapılan  bir çalışma sonuçlarına bakarsak bu çalışma ABD’de  1960 ve 1990 yılları arasında  yaklaşık 70 milyon kişinin iş aramak için iç göçe katıldığı göstermiştir. Özellikle 1994 yılı göz önüne alınarak yapılan çalışmada Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komisyonu’nda  27 milyon kayıtlı  göç yaşamış kişiden 14 milyon  kişinin mülteci olduğu, 13 milyon kişinin de  iç göç yaşadığı bulunmuştur.

Ulusal çapta ülkelerin servetleri her geçen gün artan bir biçimde daha az sayıda kişinin elinde toplanırken bu durumun bir benzeri dünya ölçeğinde de yaşanmaktadır.  Örneğin: “dünya nüfusunun beşte biri günde bir dolar ya da daha az parayla yaşamaya çalışırken dünyanın zenginleri, obezite gibi aşırı beslenmenin yol açtığı sorunlarla karşı karşıya.”[2] Yine dünyada “üç kişinin toplam serveti 1997’de olduğu gibi dünyanın en yoksul 48 ülkesinin ulusal ekonomilerinin toplamına eşit”[3]  ise ve bu dengesiz gelişim sürdükçe göç hareketleri artarak sürecektir demek hiç de kâhinlik olmaz.

Son güncellenen veriler ile olay daha da dramatik bir hal almıştır. Örneğin Oxford Üniversitesi bünyesinde 1942 yılında kurulmuş olan Oxfam’ın yayınladığı raporu 20 Ocak 2014 tarihinde haberleştiren Alman Dergisi Der Spiegel’in internet sayfası Spiegel Online dünya üzerinde 85 zenginin mal varlığının 3,5 milyar insanın toplam mal varlığına eşit olduğunu yazıyor.

Yine aynı raporda 2009’dan itibaren ABD’deki yüzde 1’lik en zengin nüfus daha zenginleşirken, dünyadaki yoksul nüfusun daha da yoksullaştığını gösteriyor. Bir örnek de İspanya’dan veren rapor en zengin 20 kişinin 77 milyar avro toplam varlığı ile ülkedeki en yoksul nüfusun yüzde 20’sine eşit olduğunu gözler önüne seriyor.[4]

Bu dengesiz gelişimin bir nedeni de, sermaye hareketlerinin gelişmiş ülkeler içinde ve doğrudan dış yatırımların belli başlı gelişmiş ülkeler arasında kalmasından kaynaklanmaktadır. “En fazla doğrudan yabancı yatırım çeken ve en fazla doğrudan yabancı yatırım ihraç eden 10 ülke listesi, birkaç istisna (Çin, Meksika ve Hong Kong) dışında tamamıyla gelişmiş ülkelerden oluşmaktadır”[5] Doğrudan yabancı yatırım yapan ve çeken ülkeler sıralamasında ABD başı çekmekte ve onu hemen Avrupa ülkeleri ve Japonya izlemektedir. AB ülkeleri birlikte alındığında ise birinci sırayı AB çekmektedir.

Doğrudan yabancı yatırım çeken ülkelerle, doğrudan yabancı yatırımı yapan ülkeler neredeyse aynıdır. Sermaye hareketi belli bir alanda, gelişmiş ülkeler arasında devinmektedir.

Göç olgusunu zorunlu kılan etmenler bunlarla da sınırlı değil. Çevre sorunları ve buna bağlı olarak daha sağlıklı yaşam alanlarının süratle yok olması da göçü zorunlu kılan bir başka etmen. “Bu gün dünyada bir milyarın üzerinde kişi güvenli içme suyu bulamıyor ve yaklaşık 3 milyar kişi uygun temizlik koşullarından uzak yaşıyor.”[6] Dünyamızda azalan zorunlu yaşam kaynakların arasına su da girmiş bulunmakta. Kirlenen içme suyu havzaları ve yapılan HES (Hidro Elektrik Santralleri) ve barajlar ve yanlış sulamalarla, mevcut su kaynakları ya kullanılamaz halde ya da dengesiz kullanımıyla bazı bölgelerin susuz kalmasına neden olmakta. Önümüzdeki dönem su ile ilgili sorunların sıklıkla yaşandığına tanıklık edeceğimizin işaretleri şimdiden gözükmekte.

Geçtiğimiz yüzyıl içinde yapılan barajların sulamada ve elektrik üretiminde sağladığı tüm yararlara rağmen eleştirildiği ve artık cazip olmadıkları bilinen bir gerçektir. Kasım 2000’de bağımsız Dünya Barajlar Komisyonu’nu yüzyıl içinde inşa edilen barajlar hakkında eleştirel bir çalışma yayınlayarak, bu barajların sulama ve elektrik üretimi açısından sağladığı yararları belirtirken “son yüzyılda 40 milyonla 80 milyon arasında insan göçe zorlanmıştır”[7] tespitini de yapmakta.

Göç olgusunun diğer bir boyutu da siyasaldır. Hala dünyanın birçok ülkesinde diktatörlükler hüküm sürmektedir. Bu baskıcı rejimlerin yanı sıra birçok ülkede dini, etnik sorunlar ve buna bağlı olarak baskı gören kesimler mevcuttur. Siyasal, dini ve etnik baskılar yüzünden göçe zorlananlarında sayısı hiç de küçümsenecek düzeyde değildir.

Bütün bu saydıklarımızın yanı sıra göç olgusunu var eden bir başka etmen de: Gelişmiş kapitalist ülkelerin demografik yapısıdır. Giderek yaşlanan bir nüfusa sahip gelişmiş ülkelerde artarak devam eden azalan doğum oranları ve yaşam ortalamasının uzamasıyla çoğalan yaşlı nüfus söz konusudur. Bu da göçmen işçi gereksinimini artıran nedenlerden biridir. Ülkede yaşlanan nüfusun yerini alacak hizmet ve üretim sektöründe çalışacak işgücünden başka bu yaşlı nüfusun emeklilik ödeneklerin karşılanması için aktif çalışan nüfus oranının dengede tutulması gerekmektedir. Buna göre “AB’nin aktif çalışan nüfusun emekli nüfusa oranını koruyabilmesi için 2025 yılına kadar 135 milyon göçmen işçiye ihtiyaç duyacağı tahmin ediliyor!”[8]

Bütün bu olguların ışığında, Avrupa Birliği ve İsviçre ye baktığımızda –ki İsviçre her ne kadar AB içinde değilse de bütün bu söylenenlerle doğrudan ilgili ve bütün söylenenler İsviçre içinde geçerlidir.- “Bugün AB ülkelerinde toplam 19 milyon göçmen işçi bulunmaktadır. Bu sayı AB’nin toplam nüfusunun %5’ine eşittir. Bu miktara bir de 3 milyon olarak tahmin edilen “kaçak” statüsündeki işçiler katıldığında ortaya 22 milyon gibi bir sayı çıkmaktadır ki, bu sayı birçok AB ülkesinin toplam nüfusundan daha fazladır.”[9]

Son olarak kalifiye işgücü ve beyin göçünü de bu göç olgusuna eklemek gerekir. Son zamanlarda Avrupa ülkeleri ve ABD ile Kanada’nın çok sayıda bilgisayar uzmanına gereksinim duyduğu ve bu gereksinimlerini Hindistan, Pakistan, Rusya ve Türkiye’den karşılamaya gittiklerini de biliyoruz. Ayrıca birçok Bilim Adamı ve Kadını kendi uzamlık alanlarında maddi ve manevi yeterli çalışma olanakları olmadığı için gelişmiş kapitalist ülkelere göç etmek zorunda kalmaktadırlar.

Kapitalist ülkelerin her alanda olduğu gibi, göçmen işçi edinme ve çekmede aralarında bir rekabetin olduğunu görmekteyiz. Bu gerçeği de Alman Sanayiciler Birliğinin 2001 başında yayımladığı Göç Tezleri Raporunda görmek mümkün: “Almanya kalifiye eleman arayan tek ülke değil… Şu an ABD her yıl ortalama 327 bin, Japonya 609 bin, İngiltere 114 bin ve Fransa 99 bin kalifiye göçmeni ülkelerine getiriyor. Almanya ancak kendini göçmenler için çekici, yabancı dostu ve uyuma hazır bir ülke olarak gösterebilirse bu rekabette bir şansı olabilir.”

Bütün bunların ışığında çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki: Gelişmiş kapitalist ülkeler daha çok kendilerinin neden oldukları göç hareketlerine karşıymış gibi gözükmekten geri durmayacak, gündelik politikalarda göçmenleri kullanmaya devam edeceklerdir. Ancak, bütün bu karşı çıkışlar ve ikiyüzlü politikalar onların göçmenlere mecbur oldukları gerçeğini de ortadan kaldırmamakta…

 Hasan KAYA


Kaynakça

[1]Terrazas  (2011;1–2) ve UN (2011/A)

[2]Gerry Gardener, Dünyanın Durumu 2002, TEMA Yayınları. Sf. 2

[3]Gerry Gardener, Dünyanın Durumu 2002, TEMA Yayınları. Sf 1

[4]Spiegel Online (20 Ocak 2014) Ein Prozent der Menschheit besitzt Hälfte des weltweiten Reichtums

[5]Özgür ÇALIŞKAN, DPT Uzman Yardımcısı Ekonomik Araştırmalar ve Değerlendirme Genel Müdürlüğü

[6]Gerry Gardener, Dünyanın Durumu 2002, TEMA Yayınları. Sf. 6

[7]Gerry Gardener, Dünyanın Durumu 2002, TEMA Yayınları. Sf 7

[8]Nazım Yıldırım, Marksist Tutum Dergisi İnternet sayfaları.

[9]Nazım Yıldırım, Marksist Tutum Dergisi İnternet sayfaları.