Yaşamak istediklerimiz…

Neler yaşamak istiyor insan, neleri söz edip demek geçiyor içinden. Hiç denemeden, denemeye cesaret edemeden…

Yaşadıklarımız, hayat denen deryada bir damla, yaşamadıklarımızın yanında…

Aklıma her geldiğinde ürperiyorum. Yaşamadan, söz edip diyemeden alıp gideceklerimin toprak olma şansı dahi yok. Duyguların düşüncelerin yeni yeşeren bir çiçekte kokuya durması hiç olmayacak…

Bunu ne geç fark ediyoruz.

Son günlerde, geç kalmışlığın ağır sancısı, mor telaşındayım. Sanki bütün trenler kaçmış, son vapur çoktan limandan demir almış, maviliklerde kaybolup gitmek üzere…

Hemen toparlanıyorum. Hayatın en asi dalgası çarpıp bırakıyor beni hayatın tam da orta yerine. Kaleme sarılıyorum…

Korkuların karanlık yüzüne gülerek kendimden başlıyorum yolla çıkmaya. Ben de başlayan bu yolculuk, ben de sürüp gidiyor…

Bir dostu bulur gibi sıcak, bir dosta koşar gibi heyecanlı bir dar sokakta birden karşıma çıkar gibi sevinçli buluyorum beni. O yorgun, o canımdan bezmiş hallerim siliniyor yüzümden, gülüyorum hayata…

Ne garip, ne garip ben beni buluyorum; az önce dokunsan ağlayacak, dünyaya küs çocuk açmış kollarını gülüyor…

En kolayı zor eden o yanımız. Tutup elimizden bir bilinmeze çekiyor bizi. Aynı mekan, aynı zaman içinde uzağa atıyor. Kendimize ihanetleri büyütüyor. Kendimize, hayata sırtını dönmeler, sebepsiz çekip gitmeler kendimizden, uzun, uzak yollarda kaybolmuşluğumuz…

Oysa ne kolaydır soldurması küs çiçeklerini, ne güzeldir hayatı kendinle birlikte, kendin için yaşamak. Bencillik değil bu. Kendinle, kendini bulanla bir, kalabalıklar içinde el ele olmak… Kendin olanla kendini yaşamak…

Hayat iki yüzlü bir madalyon. Bir yüzünde geleni ağırlıyor sevinçle, gideni diğerinde yola çıkarıyor…

Bu yüzünde, sevginin gülen, o çocuksu yüzü… Dost gelişler. Diğer yüzü karanlık, kanlı bir gece.

Vuran, vurulan yalnız yanımız. Uzak bir sevdanın duvarlarını döven kırılgan çığlığı… Bensiz bende boynumuzda ağır bir yük.

Hayat hep güzel, hayat hep iyi, sevgi, sevinç… Bir dolu yeni açmış çiçek, aşk ve sevda türküsü değil. Hep gün, güneş görmüş hiç değil…

Karanlık, uzak bir hasret, acı söz, hüzzam bir hüzün, bir yorgun yalnızlık ve ihanetler…

Yaşıyorsa insan geceyi de bilecek, günü de… Zoru da görecek kolaydan geçerken. Ne yaşarsa yaşasın insan kendinden başka hesap verdiği olmasın.

İnsan bir kendine hesap sormalı, bir kendine hesap vermeli… Sussa da uzun ve derin. Bir başına ve yalnız. Başkalarından sakladığı sesini kendinden saklamamadan yaşamalı…

Hasan KAYA
04 Ocak 2012 Çarşamba