Şiddet denildiğinde akla genellikle kanlı sahneler, bağırışlar, sert yumruklar gelir. Oysa insanı en derinden yaralayan, çoğu kez en az görünen şiddettir: yapısal şiddet. Yumruğun izi derimizde kalmaz belki, ama bu görünmez yumruklar içimize iner; damarlarımıza, hayatımızın en kırılgan noktalarına saplanır.

Gündelik hayatın sıradanlığı içinde hissederiz onu. Çaresizlikle sokakta yürürken, eve döndüğümüzde içimizi dolduran yorgunlukta, gece başımızı yastığa koyduğumuzda duyduğumuz eksiklikte… Açlık, yoksulluk, barınaksızlık, hepsi bir tokattan çok daha keskin darbeler bırakır. Bu şiddet mahkeme kararlarında, kira kontratlarında, iş ilanlarında gizlenir; sessiz kâğıtların üzerinde konuşur ve insanı içten içe çürütür.

Bazen doğrudan karşımıza çıkar bu görünmez yumruklar. Çocuğun beslenme çantasına koyacak ekmek olmadığında yanı başımızda biter. Düşük ücretle ağır yorgunluğunu taşımak zorunda kalan kadının adımlarında şehrin kaldırımlarına iner. Umutlarını vize kuyruklarında tüketen gencin yüzünde bir görünür bir kaybolur… Sessiz ve sinsidir, sesi bütün bir şehri, bütün bir toplumu sarar kuşatır.

Barınma krizinde en somut hâlini bulur şiddet. Çünkü ev yalnızca dört duvar değildir; insanın kök saldığı, nefes aldığı, varoluşunun en temel sığınağıdır. Kira bedelleri alın terinin çok ötesine çıkar, daracık odalara sıkışır hayatlar. Yoksullar, zenginleşen semtlerden birer birer sürülür. Beton binaların gölgesinde barınaksız kalmak, modern zamanların en acı ironisidir. İnsan kendi mekânından kovulurken, şiddet en çıplak yüzünü gösterir.

İşsizlik de başka bir yumruktur. Çalışmak yalnızca ekmek kazanmak değildir; aynı zamanda onur, aidiyet ve gelecek demektir. Kapı kapı dolaşıp iş arayan, emeğinin değersizleştirildiğini gören insan, yalnızca cebindeki boşlukla değil, ruhundaki yıkımla da baş başa kalır. Şiddet burada sadece rızkı değil, güveni ve insanın kendi değerine olan inancını da çalar.

Sağlık sisteminde ise sessizce dolaşır. Hastane kapılarında sabahlayan kalabalıklar, randevu bulamayan yaşlılar, ilacına ulaşamayan hastalar… Hepsi görünmez yumrukların izini taşır. Hastalık yalnızca bedeni yıpratır belki; ama eşitsizlikle birleştiğinde bütün toplumu hasta eder. Parası olan iyileşir, olmayan ölüme yürür… İşte bu da yapısal şiddetin ölümcül yüzüdür.

Tüm bunlar birbirinden ayrı hikâyeler değildir; hepsi aynı düzenin sessizce işleyen çarklarının parçalarıdır. Çarkların dönmesi için kimi ezilir, kimi sürülür, kimi yok sayılır. Yumruğu tutabilir, silahı engelleyebilirsin; ama yasa, piyasa, düzen gibi karşına dikilen görünmez şiddetle mücadele kolay değildir. Yine de imkânsız değildir. Onu görünür kılmak, hesaplaşmanın ilk adımıdır. Çünkü gizli kaldıkça güçlenir; adı kondukça sarsılır.

Şehrin sokaklarında dolaşan yılgınlık, yalnızca bedenlerin değil, ruhların da omuzlarına çöken ağır bir yüktür. İnsanların yüzlerinde biriken yorgunluk, görünmez yumrukların en kalıcı izlerini taşır; gözlerin altında biriken morluklardan daha derin, dudak kenarına sinen sessizlikten daha keskindir. Beton kaldırımlardan yankılanan ayak sesleri, aslında bitkin bir kalbin çırpınışıdır. Dar koridorlarda sıkışan nefesler, kirli pencerelerin ardında biriktikçe, hayatın içine görünmez duvarlar örülür.

Bazen de gökyüzüne bakarken fark ederiz bunu: üstümüzden geçen kuşlar, çatı aralarındaki rüzgâr, sokak lambalarının titrek ışığı, boş parkların sessizliği… Hepsi bir şeyler anlatır ama çoğu zaman kimse anlamaz. Bir kapı kapanır, başka bir kapı açılır; bir ses duyulur, sonra kaybolur. Her adım, her nefes, görünmez yumrukların yükselişiyle çarpışır ve hayatın sessiz akışına düşer.