Babası ile konuşuyoruz. O elindeki arabayı masadaki fincanlar, bardak ve tabaklar arasında gezdiriyor/sürüyor ağzıyla da motor sesi yapıyor. Birden elindeki araba acı bir fren yaparak durdu. “Amca” diyerek koluma vurdu.

Babasını hemen bırakıp; “Buyur Berkecim” dedim. İlgiyle ona dönmem hoşuna gitmiş, sevinmişti. Mutluğu gözlerinden okunuyordu. İçecek, yiyecek bir şeyler isteyecek diye beklerken o; “Benim bir fikrim var” dedi. Durup gözlerimin içine baktı tepkimi ölçmek istedi. “Kalkıp gidelim, sıkıldım” diyecekti beli ki diye aklımdan geçirmeme fırsat vermeden; “Bence sizde ona oy verin” dedi…

O kimdi, ne oyu veriyorduk; anlamadım bir an için. Bizim az önce konuştuğumuz konu ile ilgili olacağını tahmin etmeme olanak yoktu söylediğinin. Yedi yaşında çocukların ilgi alanı değildi bizim konuştuklarımız. Onlar arabaları, bilgisayar oyunlarıyla meşguldü daha çok. Ama bir an için babası ile göz göze geldiğimde gülümsemesinden onun anladığını fark ettim ve bende de jetonlar birer ikişer art arda düşmeye başladı.

İçeceğini çabukça içmiş oyun oynuyordu yanımızda. Oyuna daldığını bizi rahat bıraktığını düşünerek sevinmiştik. Yok o oyununu oynarken bir yandan da bizi dinlemişti.

Ne diyeceğimi bilmediğimden; “Neden?” diye sorabildim.

Çok ciddiydi. Masada kollarını koymak için kendine yer açtı. Sandalyenin iyice ucuna kaydırıp kıçını, iki kolunu üst üste masaya koydu. “Şöyle” diyerek söze başladı. Çocuktan alacaktık haberi, can kulağıyla dinlemek gerekiyordu.

“Evet, seni dinliyorum” dedim ve merakım iki kat artmış onu can kulağıyla dinlemeye hazırdım.

“Anlatıyorsunuz ya, kimse anlamıyor ya. O zaman bırakın ne halleri varsa görsünler. Bu adam, (o adam başbakandı) nasılsa her şeyi kötü yapacak. İnsanlar perişan olacak ya. O zaman kendileri anlarlar, ne kadar yanlış yaptıklarını”.

Arkadaşla göz göze geldik, “Öyle olmaz” demeye hazırlanıyordu ki, durdurdum.

Çünkü Berke’nin fikri aklıma yatmıştı. Ne diyordu halkımız; “bir musibet bin nasihatten iyidir”.

Berke’ye döndüm; “Tutar mı sence bu taktik?” Taktik kısmını anlamamış olabilirdi, ama ne demek istediğimi anlamıştı Berke.

Hemen cevap verdi.

“Şöyle,” diye başlayınca elimde olmadan gülümsedim. Ama bir an için, ciddiye almadığımı düşünür diye de kendime kızdım. Bunda gülümseyecek ne vardı, herkesin ciddi bir şeyler konuşurken bir giriş, girizgah sözcüğü oluyordu, Berke’de belli ki; “Şöyle” diye başlamayı yeğliyordu.

“Babam bana ne zaman bir şey yapma dese ben yaparım. Annem yapma dese yaparım. Onlar diyor ya, ondan yapıyorum. Ama sonra canım yanar, başım derde girer haklı olduğunu görürüm. Bir daha yap deseler de yapmam.”

“Bu bir itiraf mı Berkecim” dememe hiç aldırmadı. Konu o değildi cevap vermeyerek duyumsamazlıktan gelmekte haklıydı. Devam eti; “İnsan görmek istiyor. Yok diyorlar ya, merak ediyorum. Bakayım, göreyim diyorum.”

“Anladım Berkecim” derken söylenenlerdeki haklılık payını düşünüyordum. İlk bakışta hiç de haksız değildi. Oldukça rasyonel bir akıl yürütme ile ulaşılan bir sonuçtu bu. Üstelik toplum olarak hiç de öyle yetişkin aklı ile hareket etmiyorduk. Ergenlik öncesi bir çocuktu bizim toplumun kullandığı düşünce kalıpları.

İnsanın acıyı, sevinci kendisinin deneyimlemesi daha iyi olabilirdi. “Çaldılar” dediğinde “sen de mi oradaydın, gözünle mi gördün” diye sormuyorlar mı?

“Gördüm” desen de fark etmiyordu. İlla kendi görecek, yaşayacak, şahidi olacaktı. Hayat yaşanarak öğreniliyordu sonuçta…

Hasan KAYA
24 Haziran 2014 Salı