Gücü yetmediği arkadaşından birkaç adım öteye kaçıp, işaret parmağıyla arkadaşını göstererek, arada tehditkâr sallayarak; “Babama söyleyeceğim. Sen görürsün” diyen çocuk, iç burkan bir mağlubiyeti ilan etmekten başka babasına, babasının gücüne olan sarsılmaz güvenini de ilan ediyordu. Babasının gücüne olan güven, intikamının alınacak olması, içini rahatlatmış, gelip boğazına düğümlenen o acıdan, ağlamaklı durumdan bir anda sıyrılmıştı. Mağlubiyeti geçiciydi, babası onu zafere çevirecekti. Babasına güveni tamdı.

Hiç şaşırmıyorum, gülümseyerek seyrediyorum saklandığım tül perdelerin arkasından. Ne de güzel yakışıyor çocuklara bu arkasını dağlara verme, oradan güç alma.

Sallanan o parmak kendi parmağı değildir çocuğun, kahramanınındır. O parmağı, ben hiç kimseye sallamadım, sallayamadım, ama bana sallandı, aynı tehditleri de aldım.

İçim sızlayarak sırtımı verdiğim o dağlarımın olmadığını anımsıyorum şimdi. Ailenin en büyük çocuğu olarak arkamı verecek bir ağabeyim olmadı, babam “ilk yumruğu sen vuracaksın” der kendi işimi kendim hal etmemi isterdi. Annem zaten hep karşıydı kavgaya, dövüşe. Ben, babamın içten, inanarak söylediği o ilk yumruğu hiç atmadım. Kavga etmenin haklılığını kendime kabul ettirmem için ilk tokadı, ilk yumruğu yemeyi göze aldım.

Sırtımı verdiğim dağlar olmadan girdiğim her kavgada kazandığım, bütün zaferlerim benimdi, bütün yenilgilerim benim.

Saklayacak değilim zaferlerim, küçük zaferlerdi, övünülecek hiçbir yanları yok. Çocukça bir dövüşte, sırtını yere yapıştırıp “pes” dedirttiğim bir iki arkadaşım oldu, sonra sıkı dost olduğum. Zafer sırtlarını yere yapıştırdığım kısmında değil; sıkı, sımsıkı dost, arkadaş olmamız. Yenilgilerime gelince onlar hem sayıca fazla, hem daha ağır. En ağır yenilgilerimi, son ana kadar dost, arkadaş olduklarına inandıklarımın arkadan, haince saldırıyla yaşadım.

Zaferler, hoş bir sarhoşluğun kollarına atar insanı, hele de çocuksanız. İnsanın başı bulutlara değer, ayaklarını yerden keser. Ama her sarhoşluk gibi kısa sürer, ayılınca geçer etkisi. Yenilgiler öyle değildir, derin izlerle hayatımızı şekillendirirler. Öğretirler, yol gösterirler…

Yenilgilerimden çok şey öğrendim, düştüm kalktım kendi yolumu yürüdüm. Sırtımı verdiğim, arka aldığım hiç kimsem olmadığı için benim hiç kahramanlarım olmadı. Sıkıştıkça bir kahraman aramadım, arayanları, pirin eteğine sıkıca sarılanları bu yüzden hiç anlamadım.

Şu ilerlemiş yaşına rağmen kocaman adamların, kadınların bir kahraman aramaları, belki de; her sıkıştığında arkasında duran, onları koruyan, kollayan birilerini hazır bulmalarındandır. Üstelik bahaneleri de hazır; sıkışınca her eşkıyanın, her kahramanın sığındığı, arkasını verdiği bir dağı var.

Onların neden olmasın; verip sırtını dağlara “ferman padişahın…” demek onlarında hakkı.

Hayatın kavga ile kazanıldığı gerçeği gözünü korkutuyor çoğunun, en çok korkanlar, Tanrı dağına sığınıyor, Hıra dağına koşuyor. O büyük kalabalıklar hep sırtını verecek bir dağ, yamaç arıyor. Onlar için kavga edecek, dövüşecek, düşecek kahramanlar arıyorlar…

Hasan KAYA
22 Haziran 2014 Pazar