Elini ver…

[columns ]
[column size=”1/1″]Yaşadığım bütün her şey kendi içinde devinip sana çıkıyor. Güne değen güneş, geceye düşen ay, karanlığın kollarında ışıldayan yıldızlar. Kızıla çalan orman. Mevsim sonbahar ve doğa hüzün topluyor ellerimden.

Sabahlar sisli puslu. Çiğ yemiş bahçedeki güller. Yaprağı yılgın, çiçeği soluk…
Yıllar saçlarımda ak tel oldu, yoruldum… Hep uzaklara saldığım haberlere yanıtlar bekledim. En son Van’lı bir komşu, tek kelime Türkçe bilmeyen, bir tas su döktü ardımdan. Yoksulluğu yatak yorgan girişe serilmiş çıplak bir avludan.

Sevdim kapı önlerine serilmiş kilimlerde nakış işleyen kadınları. Balkonda çiçek yetiştirip yeşil edenleri, içerde gün sayan aydını, seni yakın bir düş gibi koynumda saklamaları, zulama emanet etmeyi.

Sana sevgimi anlatırken bazen utandım. Canım sıkıldı. Sanki bu dünyada tek ikimiz varmışız gibi. Sanki bir tek sana olan sevgim bize yetermiş gibi. Aşktan söz etmek burktu yüreğimi. Koptu bamteli yüreğimin. Çöpten ekmek toplayan o yaşlı kadını, el kol devinimleri ile bakkaldan Temmuz sıcağına bir tutam serinlik, bir kalıp buz isteyen Kürt kızını unutmaktan korktum. Dil bilmemek, derdini anlatamamak ne zordur bilirim. Uzak ülkelerde yaşadım bunu… En zoru da; insanın kendi ülkesinde yabancı olmasıdır. Kendi yüreğinde yabancılık çekmesidir.

Sevgiydi yüreğimizin en devingen cevheri. Aşktı güzelin adı. Hayatın anlamı.

İnsan sevince güler yüzlü oluyor, kurda kuşa ağaca çiçeğe gülümsüyor. Olmayacak şeyleri de seviyor. Olmayacak şeylere de katlanıyor ve her şey anlam değiştirip güzelleşiyor. En azından katlanılır oluyor.

Bu hoş sarhoşluğum… Bu hayata dört elle sarılışım, çiçeklerin bunca güzel kokması, balın bal tadında, suyun su renginde olması, her sözün ulaşıp yerini bulması seni sevdiğimden.

Sana yazdığım mektuplarda bazen bir masal kahramanı, bazen masalın kendisi olansın. Şiirlerimdeki sevgili yüreğimdeki isyanın adısın.

Çocuk gözlerin hilesiz yalandan uzak yalınlığı, kralı çıplak görmekten korkmayan yürekliliği ile sevdim seni.

Zordur ayrılıklarda yalnız olmak. Her şeye, herkese en çok da kendine küs yaşamak. Fırtınalar kopar sudan sebeplerden. Nedensiz, niçinsiz küsersin. Alıp başını gitmek istersin nereye gideceğini bilmeden.

Sevdiğinden kaçmak ona koşmaktır aslında…

İncinmekten korktuğumuzdan çok incitmekten korkmaktır sevmek. Acı söz duymaktan çok acı söz söylemektir belki de… Sevişmelerle alınamayan hırsın sözcüklerle alınmasının anlamsızlığını yaşamamaktır anlık kaçışlar.

En ateşli sevişmelerde sevgilinin dudağını ısıramadığın ve mor hırsını boynuna kehribar bir kolye gibi asamadığın içindir susmalar…
Sus sevgilim…

Sen demesen de bir şey, gözlerin ele veriyor seni… Ve seviyorsan umurunda olmaz “Dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıları dinlemek.”

En güzel şarkıları, en güzel seslerin söylemesi ne seni alır uzaklara götürür ne içindeki derinliğe çeker. Değişilmez olur hiçbir şey sevgilinin bir sözüne, gülüşüne, bakışına. Yaşadığın tüm zorluklar ve hiç kimse, hiçbir şey umurunda olmaz. Memleket meseleleri, ekonomik krizler, çıktı çıkacak savaşlar ortasında dahi varsa yoksa sevgilinin bakışı, gülüşü ve sözleridir önemli olan…

Sözün kısası yaşamı bir bozkıra çeviren her olumsuzluğun içinde ve tam ortasında sevdiğin narin bir çiçek olur açar. Bir güldür bazen dikenler içinde. Bazen bir hanımeli sıcak narin kokularla saran ve her sabah, bir güvercin kanadında umut olur mavi göğe kanat çırpan.

Severken en büyük haksızlığı kendimize sonra sevgiliye yaparız… Bundan kaçmak mümkün de değildir. En büyük haksızlıkları en büyük aşklarda yaşamayı göze alan sevilmeyi hak edendir…

İşte tamda bu yüzden bana yapacağın en büyük haksızlıkları göze alabileceğin için seviyorum seni. Cesaretine yol veren aklın. Seven ve incitmekten korkan yüreğin için seviyorum seni.

Zamanla yarıştık. Zamanı yendik, zamana yenik düştük. Bazen birlikte bazen her birimiz teker teker zamanı durdurmak anı sonsuz kılmak istedik.

En ciddi konuları konuşurken bile zorlanmadığım, anlatırken keyif aldığımsın… İnsanın sevgilisiyle siyasetten, ekonomi politikten söz etmesi zordur. Seninle bütün bunları konuşabildim. Felsefe ve sosyoloji üzerinde konuştuk.

Tarihin sayfalarında dolandık senle… Devrimler, başkaldırmalar. Yenik ve yılgın insanlık, ateş ve gözyaşı, aşk ve sevda türküleri, inadına yazılmış taze ekmek kokulu umut şiirleri.

Sana geceler boyu düşlerimi anlattım. Uyanılmamış sabahlara dizlerinde uyandım. Bıyıklarımı çekiştirirken senden aşkın insanı yenileyen erdemini dinledim. Aşkın kahreden zehrini yudumladım kollarında. Sevişmelerin sadece fiziksel olmadığını, sözcüklerin her birinin, bakışın en masumunun ve susmaların da bir sevişme olduğunu öğrendim senden.

İstediğinde beni kolay kızdırabilen ama anında beni mutlu eden bir yeteneğin var. Beni elinin içi, öptüğüm avuç için gibi bilensin. Çok farklı ama bir o kadar benzeriz. Çok uyumlu ama bir o kadar zıt. Zıtların birliği belki aşkımız.

Uzansam dokunacak kadar yakın, ses etsem sesimi duyuramayacağım kadar uzaksın. Çok uzak ve bir o kadar yakın. Benzer ama bir o kadar farklı.

Sözlerini sevdim, gözlerini, susmalarını. Beni dinleme sabrını sevdim. Yorulduğumu gözlerimden okudun, yalnızlığımı susmalarımdan sezdin.

Bunca zaman oldu. Anlamadığım, bilmediğim uzak bir güzelliksin. Nereden geldiğinin ayrıtına varamadığım bahar kokusu. Kır çiçeği, saksıdaki akşamsefası, bahçedeki dikenli gül. Kokun akşam rüzgârında.

Mutluluk ne çok zor, ne de bizden çok uzak. Uzansak tutabileceğimiz kadar yakın. Yıllarca uzak ve an kadar yakın ve öyle iç içeydi ki sevincimiz ile kederimiz. Hiçbir şey yetmiyor. Bazen sözcükler, bazen susmalar, dokunmalar hayran hayran seyretmeler ve candan sarmalar.

Senle sensiz ben hâlâ seni seviyorum…

Hasan KAYA
Ecelsiz Ölümlere Yaz Beni sf. 101

[/column]
[/columns]