Bazen düşünüyorum. Platon’un mağarası bugün karşımıza çıksa, zincirlenmiş insanlar taş duvara değil, ekranlarına mı bakardı? O zaman gölgeydi, şimdi görüntü. Akan haberler, akışın hiç bitmeyen kayışı, parlak videolar. Değişmeyen tek şey: hepsi gölge. Zincirlerse daha sinsi, daha görünmez.
Konforla dokunmuş zincirlerimiz var. Alışkanlıkla, tüketimle, iktidarın diliyle sıkılaştırılmış. Eskiden arkalarını göremeyenler vardı, şimdi bakmayı istemeyenler. Çünkü ardımızdaki ışık, yalnızca aydınlık değil, yanma ihtimali de. Sorgulamak zahmetli, göz kırpmak acıtıcı. Gölgeler kolay. Rahat. Haber bültenlerinin tek sesli sözleri, “resmî açıklama”ların duvarı, bir anda gündemden silinen ölümler. Hepsi gölge. Ve biz, kolaylığı seçiyoruz.
Ama birileri zincirini kırıyor. İçlerinden biri dışarı çıkıyor. Gözleri kamaşıyor. İnançları çöküyor. Yol sancılı. Hakikat yalnızlaştırıyor. Karanlığa alışmış kalabalığa ışık yabancı geliyor. Onlar için rahatsız edici, hatta tehlikeli. İşte bu yüzden dışarıdan dönen, “gerçek orada” diyen suskunluğa mahkûm ediliyor. Alaya alınıyor, hain sayılıyor.
Bugün de tablo farklı değil. Gazeteciler yalnızca haber yaptıkları için hapsediliyor, fikirleri yüzünden sürgüne zorlananlar var. Farklı düşünenler, kamuoyunun gözünde linç ediliyor. Bir kadın öldürüldüğünde, suçun üzeri laf kalabalıklarıyla örtülüyor, cinayeti meşrulaştıracak gerekçeler aranıyor. Bir işçi göçük altında kaldığında, yaşananlara “kader” deniyor. Bir şehir, bir halk bombalandığında ise olay “kontrol altına alındı” deniyor. Gölgeler rahatlatıcı, gölgeler sorumluluğu görünmez kılıyor.
Ama mağara yalnızca bireysel bir öykü anlatmıyor; zincirleri birlikte taşıyoruz. Kimisi ideolojiyle, kimisi korkuyla, kimisi yoksullukla örülmüş. Dışarıdaki ışık, tek bir bireyin cesaretiyle değil, kalabalığın ortak adımıyla görünür hale gelir. Ama iktidarlar gölgeden beslenir. Zincirlenmiş bir halk, sorgulamayan bir toplum, duvardaki yansımalara inanan kitle…
En kolay yönetilen onlar.
Bugün ekranlarda dönen haberler, sansasyonel başlıklar, gündelik şovlar… Duvar değil mi bunlar? Bir yanda “ekonomik başarı” masalları, diğer yanda pazar çantası boş dönenler. Bir yanda “özgürlük” nutukları, diğer yanda söz ettiği için hapsedilenler. Bir yanda “güvenlik” adına çoğalan yasaklar, diğer yanda faili meçhuller, kayıplar, ölümler. Hepsi gölgenin ardına saklı.
Platon’un mağarasındakiler zincirlerinden kurtulmak istemiyordu. Karanlığa alışmışlardı. Bugün biz de öyleyiz. Gölgeler güvenli bir hikâye sunuyor: belirsizlik yok, acı yok, sarsıcı gerçek yok. Ama hakikatin yolu böyle değil. Göz kamaştırır, yorar, uykunu bozar. Bir kez güneşi gören, geri dönemez. Hakikati gören susamaz. Ama kalabalık, gölgelerin huzurunu seçer.
Hakikati aramak yalnızca felsefi değil. Politik bir eylem aynı zamanda. Gölgeleri dağıtmak, iktidarın kurduğu düzeni sarsmak demektir. Gerçek, yalnızca bireyin aydınlanması değil; toplumsal yüzleşme. Bu yüzden hakikati dillendirenler tehlikeli sayılır. Çünkü ışık yalnızca mağarayı değil, gölgeleri üretenleri de görünür kılar.
Binlerce yıl önce anlatılan mağara, hâlâ diri. Zincirlerimiz değişti belki, ama oradalar. Kimi tüketimin, kimi korkunun, kimi sessizliğin zinciriyle bağlıyız. Gölgelerin duvarında oyalanıyoruz. Ama zincirleri birlikte kırmadıkça, dışarı çıkmadıkça, hakikat yalnızca ulaşılamayan bir ışık olarak kalacak…