.: Günahkâr…

T. Dursun’un anısına

Durmadan yeni kitaplar alıyordu. Çevresindekilere kitap okumayı çok sevdiğini söylüyordu. Ama kitap sevgisi daha çok meraktı. Eline aldığı her kitaptan kısa zamanda sıkılıyor, istemediği halde sonuna varamadan elinden bırakıyordu.

Odanın bir duvarına çakılmış köşebentler üzerine konmuş tahta raf kitaplarla doluydu. Ciltli, ciltsiz yan yana sıralanmış öylece duruyorlardı.

Son aldığı kitabın kabını dahi açmamıştı. Öylece elinde, odanın içinde dolanmaktaydı. Kitabın bir ön kapağına ardından çevirip arka kapağına bakıp duruyordu. Bu kitabı okuyacaktı. Kendini koşullandırırcasına durmadan aynı şeyi tekrarlıyordu. Şart olsun demek geliyor içinden ama kendisine güvenemediği için bundan vazgeçiyordu.

“Seni okuyacağım. Sonuna kadar okuyacağım. Seni… Seni yalan küpü.” diyerek odanın içinde dolanıyordu.

Bir süre sonra koltuğa oturdu. Kafasını geriye verip tavana baktı. Tavandan sarkan avizeyi, bir şeyler arayan bakışlarla öylece durup seyretti.
Birden kararlı bir hareketle doğrulup elindeki kitabın sayfalarını rast gele açmaya başladı. Hep böyle yapardı.

Gözüne ilişen başlıkları okur merakını gidermeye çalışırdı. Bu böyle gelişigüzel okuma sürüp giderken kitaptan hiç bir şey anlamadan ve kitabın ne başını ne de sonunu okumadan kaldırıp rafa koyardı. İşte gözüne ilişen ilk başlık, ilk sarsılış ve ardından savrulan okkalı cinsinden ilk küfür;

“Tövbe, tövbe dinsiz herif.” diye söylendi ardından. Anlatılmaz bir öfkenin girdabına yuvarlanmıştı. Artık öfkesini dindiremiyordu. Bir yandan da korkuyordu.

Korkusu bir türlü üzüntüye benziyordu. Kitabı sonuna kadar hem de başından başlayıp sonuna kadar okumaya karar verdi. Bu kitap onun baştan sona kadar okuyacağı ilk kitap olmaya layık değildi. Ancak okumalıydı.

Elindeki kitabı öfkeyle masanın üzerine fırlatıp balkona çıktı. Boğazdan doğru esen akşam rüzgârı ciğerlerine doldukça sakinleşiyordu. Elleri balkon korkuluğunda biraz öne kaykılarak başını dışarı doğu uzattı ve akşamın serin havasını derin derin soludu. Birden ani bir kararla içeri girip masaya yöneldi.

Kitap masanın üzerinde yoktu. Az önce öfkeyle masanın üzerine fırlattığı kitap kayıp masanın altına düşmüştü, eğilip aldı. Doğrulurken kafasını masaya çarptı canı yandığı için sinirlenip öfkesini kitaptan çıkarırcasına hızla yere çaptı. Dizleri üzerinde yere çömelip bir an başını ellerinin arasına alıp öylece durdu. Ağır devinimlerle kitabı sağ eline aldı, sol eliyle de sol dizine basarak yerden doğruldu. Yine öyle sakin devinimle koltuğa yöneldi ve oturdu. Kapaktan başlayarak her şeyi okuyacaktı. Yayın evinin adresi, matbaası dâhil yazan her şeyi okuyordu.

Önsözü bitirip ilk sayfanın yarılarına geldiğinde, bu kitabı sandığından daha fazla zorlanarak okuyacağına  daha çok inandı. Sabırlı olmayı kendi kendine telkin ederken, okuduklarını anlamadığını fark ederek son satırı yeniden okumaya başlamadan alçak bir sesle “Tövbe, tövbe…” dedi ve  biraz soluklanıp devam etmeye başladı.

İlerleyen saatle beraber okuduğu sayfa sayısı da artıyordu. Gözleri yanıyor ama okumaktan kendini alamıyordu. Bildiği konulardı okudukları, ancak bir başka açıdan olaylar işlenmiş, yorumlanmıştı. İnsanoğlunun isyanına tanıklık ediyor gibiydi.

Her satır bir isyan alevi gibi dalga dalga yayılıyor ve cehennem ateşine dönüşüp kitabın yazarını içine alıyordu. Yazara acıdığını düşündü. Aslında ise yüreğinde acıma duygusundan eser yoktu. Yüzünü acıyan bir edayla buruşturup acıdığına kendisini inandırmaya çalıştı.

Kitabın yazarı kesin cehennemlik biriydi. Yanacaktı… Gözleri iki kan çanağı olmuş halde kitabı kapattı. Arkasına yaslanıp gözlerini tavana çevirip dualar etmeye başladı. Okuduklarından dolayı tanrının kendisini bağışlamasını  istiyordu.

Uyku saati çoktan gelip geçmişti. Uyuyamayacağını bildiği için yatak odasından yana  bakmıyordu. Koltuğun üzerine bıraktığı kitabı eline alıp engellenemeyen bir istekle yeniden açıp okumaya başladı. Okuduğu her satırı kendi bilgileriyle karşılaştırıyordu. Gerçekte ise bilgisi ile değil inançlarıyla karşılaştırıyordu. Hiç bir konuda yazarla düşünceleri, inançları buluşmuyordu.

“Cehennemlik herif” diye aklından geçirdi. Baştan aşağı günahkâr, cehennemlik bir adamla karşılaşacağına asla inanamazdı. İnançlarına göre kimin günahkâr olup olmadığını Tanrının
kendisinden başka kimse bilemezdi. İtiraf etmeliydi ki birçok günahkâr insanla karşılaşmıştı ancak böylesine inkârcı, yüzde yüz cehennemlik biriyle ilk kez karşılaşıyordu. İşte o cehennemlik adam geçmiş karşısına oturuyordu. Bu düşünce onu rahatsız etti.

Böylesine biri ile aynı çatı altında bulunmak da günah sayılmaz mıydı? Düşünceleri okuduklarını bastırıp öne çıktıkça okuduğunu anlayamıyordu. Kitabı elinden bıraktı hızlı ve kararlı adımlarla yatak odasına yöneldi. Soyunup pijamalarını giyindi yine aynı hızla yatağa girdi. Aceleden lambayı kapatmayı unutmuştu. Hızlı bir devinim ile yataktan çıktı lambanın düğmesinin bulunduğu yere yöneldi sert bir el darbesiyle, anahtarı tokatladı. Lambayı kapatıp karanlıkta hızla yatağa yöneldi. Sanki peşinden kovalayan birileri vardı ve hemen sağlam güvenilir bir barınak bulmalıydı. Yatağa girdiğinde titriyordu. Yorganı gözlerinin hizasına kadar çekti.

Çaresizlik içindeydi. Alışkın davranışlarla dualar etmeye başladı. Kendini büyük bir günah işlemiş gibi görüyordu. Gerçi hiç günah işlememiş değildi. Fakat bu işlediği günahın diğerlerinden çok ağır olduğunu düşündü. Komşunun karısıyla düşlerinde işlediği zinanın, mahalle bakkalının unutup da almadığı borcun üzerine yatmasından da büyük bir günahtı bu.

Doğrulup yatağın içinde oturdu. O güne kadar işlediği tüm günahlarla son işlediği günahı karşılaştırmaya koyuldu. Bu kitabın okunmasının günah olduğuna giderek daha çok inanıyordu.

Bu düşüncenin kendisini rahatsız ettiğini bütün hücrelerinde hissediyordu. İnançları, hiç kuşkuya düşmeden yıllardır inandıkları, bir anda tehlikeyle karşılaşmışlardı.  Düşünce ve inançlarının bu kadar açıktan ve pervazsızca sınanması onu rahatsız ettikçe, günah işlediğine daha çok inanıyordu.

Konan yasaklar ve ezberlenen kuralların çerçevesinde, bir yaşamın günümüze ters düştüğünü beli belirsiz duyumsadıkça korkusu ve telâşı da büyümekteydi Birdenbire kesin bir düşünceye varıp kafasındaki diğer düşünceleri bastırarak, “Evet, okudum bu belki bir günah…

Ama hiç bir satırına dahi inanmadığım için günahkâr sayılmam.” dedi. Bütün günah yazarın günahı ve bu günahının cezasını da mutlaka görecek olduğuna göre kitabı sonuna kadar okuyabilirdi. “Evet, okuyacağım. Bakalım daha neler saçmalayacaksın cehennemlik herif.”diye söylendi. Ama yazarın dini bilgisinin olmadığını söyleyemezdi. Hatta çok geniş bir bilgi sahibi olduğu kesindi. Bütün bunlara rağmen nasıl olmuştu da böylesine büyük bir riski göze almıştı işte bunu anlayamıyordu.

“Dinsiz, imansız herif hak ettiğini bulacaksın.” diyerek kafasından bütün soru işaretlerini kovmaya çalıştı. Ama kitabın yazarının cezalandırılacağını düşünmek bir an için onu sevindirmişti. Cezalandırılmasını görmemesi halinde büyük bir fırsatı kaçıracağını dahi düşündü bir an için.

Ahirette nasıl olsa cezalandırılacaktı. Fakat bu dünyada hak ettiğini bulması, dünya âleme ne büyük bir ibret olacaktı. Bunu düşününce bir an için heyecanlandı. Ve yazarın cezalandırılması için dualar ederek kitabı eline alıp sayfalarını karıştırmaya başladı. Kitabı elinde gördüğünde yataktan çıktığını ve oturma odasına geçtiğinin de ayrıtına vardı.

Son kaldığı yeri bulmaya çalışırken, kafasında beliren yeni bir düşünce ile heyecanlandı. Yazarı kaçıracak yazdıklarından dolayı onu yargılayacaktı. Hemen o anda kaçırma planları kurmaya başladı.
Kaçırıp elini kolunu bağlayıp bir sandalyeye oturtacak karşısına geçip sorular soracaktı. İmana gelmesini, doğru yola dönmesini isteyecekti. Eli kolu bağlı yazar karşısında küçülerek yalvarmaya başlayacaktı.

Bir an için kendisini Azrail’e benzetti, canını alacaktı yazarın. Hemen işini bitirmeyi uygun bulmadığı için olacak ki bu düşünceyi bıraktı. Bu düşündüklerini defalarca en sıradan avantür filimde seyretmişti. Kendini beyaz perdeye yansıyan bir filimde gibi duyumsadı. Ancak ne var ki o filimin baş aktörleri genellikle böyle işkenceler yapmaz, tam tersine bu rolü kötü adamlar üstlenirdi. Bu benzerlikten rahatsızlık duydu ancak görevini yapmaktan yine de vazgeçmeyecek bir kararlılık içindeydi.

“Cehennemlik herif” diye söylendi. “Kor ateşlerde kızdırılmış demirlerle vücudunu dağlamak gerek” diye aklından geçirdi. Kendisini cehennem zebanilerine benzetti. Kara iri yarı bir yabani…

“Canını almayacağım. Seni ölmekten beter etmek gerek.” dedi kendi kendine. Yazarın tanımadığı yüzü birden belirdi gözlerinin önünde. Telaşlandı ne yapacağını bilmez bir halde gözlerine bakmamak için bakışlarını kaçırdı. Yazar gülümsüyordu kızgın demirlerle vücudunun dağlanmasına hiç aldırış ettiği yoktu. Sakin ve gururla gülümsüyordu. İşkence yapmaktan çaresiz vazgeçti. Sakin bir eda ile konuşmaya başladı.
Konuşmuyor sorular yöneltiyordu aslında.

“Allah’tan korkmuyorsun anladık, peki kuldan da mı utanmıyorsun ?”

Soruları yanıtsız havada asılı kalıyordu. Dualar etmeye başladı. Kitap belleğinde öyle bir yer tutmuştu   ki dualarını bastırıyordu. Hangi duayı okuduğunu ardından hangisini okuması gerektiğini dahi bilemiyordu.

Korkuyordu. Korkusu şimdi günah işlemiş olduğundan değildi.

“Ya okuduklarım doğruysa” diye bir düşünce belirmişti belleğinde… Bu düşünceyi kafasından çabucak kovmaya çalıştı fakat içine kurt bir kez düşmüştü. Ne yapsa da bu düşünceden kurtulamıyordu artık. Kitabı masanın üzerine fırlattı ve geçip koltuğa gömülürcesine oturdu.

Masadan yana bakmaya korkuyordu. Masanın üzerindeki kitap yazarıyla özdeşleşip karşısına çıkıyor ve alaycı bir biçimde gülümseyip kendisiyle oynuyordu.

Bu kitabı okumasını kendisine öneren arkadaşı aklına geldi. O da payına düşen okkalı bir küfür yedi. Bütün bu olumsuzlukların belki de asıl sorumlusuydu O. “Bir uyuyabilsem ” diye düşündü. Bir uyuyabilseydi her şey yoluna kendiliğinden girecekti. Yerinden fırlarcasına kalkıp yatak odasına girdi ışığı söndürüp yatağa yüzükoyun uzanıp kafasını yastığa gömdü.

Komşunun on üç yaşındaki kızını aklına
getirip onunla meşgul olmaya çalıştı.
Sokakta oynarken eğilip doğrulduğu her seferinde donunu görmüş olmasını hatırladı. Ardından akşamları on üç yaşındaki her çocuk gibi korunmasız soyunup uyumaya hazırlanışını gizlice izlediği günleri düşündü. Bu düşüncenin üzerine bir an yastıktan kafasını kaldırıp karşı eve doğru
bakındı. Karşı evde hiç ışık yoktu herkes çoktan uyumuştu.

Kafasını yastığa tekrar gömdüğünde cinsel arzularının doruk noktasına çıktığını hissetti. Yatağa yüzükoyun uzandığı halde bir eli cinsel organında mastürbasyon yapmaya başladı ve kısa bir süre sonra da boşaldı. Rahatlamıştı. Vücudunda ve zihnindeki tüm gerginliklerden kurtulup uyudu.

Ertesi gün ve onu izleyen günlerde istemeyerek kitabı okumasını sürdürdü. Her gün kafası karma karışık düşüncelerle dolu olduğu halde herkese kitaptan söz ediyordu. Kitaptan söz ettiğini sanıyordu demek daha doğru olurdu. Çünkü
okuduklarından çok yazar hakkında düşündüklerini anlatıp duruyordu.

Bazıları “Bu dinsiz herifin kitabını neden okuyorsun” demekten kendilerini alamıyordu. O inançlarının ne kadar sarsılmaz olduğunu anlatıp düşmanlarının düşüncelerini bilmenin yararları üzerine konuşma fırsatı bulduğu için bu tür
soruların yöneltilmesini büyük bir ciddiyetle bekliyordu.

İnsanoğlu isyankâr olmakla kendisini onulmaz belaların kucağına itebilirdi. Bunun en güzel örneği de yazardan başkası olamazdı. İnsanların hepsi belki günah işlemiş ya da işleyebilirlerdi. Ancak af edilecek günahlar olduğu gibi yazarın işlediği türden af edilemeyecek günahlar da vardı.

İnsan mükemmel bir yaratık değildi. Öyle olsaydı şeytanın oyunlarına gelmez, Allah yolundan sapmazdı. Ama şeytanın çoğu zaman insan kılığında içimizde dolandığını bilmek gerekir. Okuduğu kitabın yazarı insan kılığında bir
şeytan değilse mutlaka cehennemlik biridir.
Şeytan zaten cehennemlik biriydi. Yazar ve kitabı üzerine konuşmaları daha çok bir filim anlatımı gibi sürüp gidiyordu.

Kitabın son sayfalarına yaklaşmıştı ve okuması giderek ağırlaşıyordu. Çünkü her eline alışında kitabın yazarı üzerine düşünmekten onunla
tartışmaktan kendini alamıyordu. Bir yandan da farkında olmadan onu tanımak, karşılıklı oturup tartışmak istiyordu. Bu isteği fark ettiğindeyse
telaşlanıp, panik içinde bu düşünceyi kovuyordu kafasından.

Kitabın son sayfalarını okurken  hiç bir şey anlamadığını çünkü düşüncelerinin okuduklarını bastırdığını fark etti. Bir an durup baştan
başlamak istedi ama birden vazgeçip devam etti. Bu kitabı yeniden okumayı göze alamazdı.

Kitabı bir an önce bitirmeliydi. Yarın o işte iken çocukları ve karısı memleketten döneceklerdi ve ev yeniden bir gürültü yuvası olup çıkacaktı.
Sona bu kadar yaklaşmışken bu akşam kitabı bitirmeliydi.

Tüm çabasına rağmen kitabı bitiremedi. Gözleri kan çanağı gibi olmuştu. Günlerdir her akşam geç saatlere kadar okumaktan bitkin düşmüştü. Uykusuz kalmak ve kafasının ilk kez bu denli bir düşünceyle meşgul oluşu onu düşündüğünden de çok yormuştu. Bezgin devinimle yerinden doğrulup mutfağa girdi. Buzdolabından soğumaya koyduğu suyu alıp şişeyle başına dikip içti. Soğuk su yemek borusundan midesine doğru akarken içinde duyduğu serinlik onu rahatlatmıştı.

Ayaklarını sürerek yatak odasına yöneldi soyunup yatağa girdi ve hemen uyudu.
Ertesi gün sabah ezanına uyanamamış namazını kılamamıştı. Uyandığında neredeyse işe geç kalacaktı. Hemen kalkıp giyindi ve hızlı adımlarla yolda yürümeye başladı.

Köşe başında yeni açılmış fırından bir simit alıp yiyerek hızlı adamlarla yürüyordu. Ama ağzının acılığını gidermemişti. Ağzı zehir gibiydi ve nefesi kokuyordu. “Vapurda bir poğaça ile bir çay içince bir şeyim kalmaz” diye aklından geçirdi ve adımlarını daha hızlı atmaya başladı.

İtiş kakış vapura binmişti. Her sabah ve her akşam bu itiş kakışlardan nefret ettiğini düşünerek vapura binerdi. Acele etmeliydi. Yoksa oturacak
yer bulamazdı. Cam kenarında henüz hiç kimsenin oturmadığı karşılıklı boş yere yöneldi ve
vapurun gideceği yöne doğru oturup dışarıya bakmaya başladı. Bu arada hemen yanı ve karşı sıra doldu. Bu, vapurun az sonra kalkacağına işaretti.

Çaycı da turuna başlamıştı bile. Elindeki gazoz açacağını çay tepsisine ritmik bir şekilde vurarak “Çay, evet sıcak çay” diye bağıran garsonla bir an göz göze gelip çay istediğini işaret etti…

Çayını alırken bir de sandviç aldı. Tam bu arada karşısında oturan adamın çarşaf gibi açtığı gazetenin ilk sayfasında kanlar içinde yatan adama gözü takıldı. Isırdığı lokması ağzında, çiğnemeden öne eğilip kanlar içinde yatan adamı tanımaya çalıştı. Nice sonra iri puntolarla yazılı haberi okuduğunda şaşırdı.

Hızla ağzındaki lokmayı çiğnemeye başlarken bir yandan da çayını karıştırıyordu. Tekrar öne doğru uzanıp haberi okumaya çalıştı. Şimdi yüzündeki şaşkınlık, yerini bir sevince bırakmaktaydı. Eğilip kanlar içinde üzeri gazete kâğıdı kapalı resmin yanında vesikalık resme baktı, gülümsedi istem dışı.

Artık sevincini saklayamıyordu. Gazetenin sahibi neden sonra eğilip doğrulmalardan rahatsız oldu ve gazetenin üzerinden karşısındakine anlamlı bir bakışla baktı. Bunun üzerine arkasına yaslanıp duaların kabul olduğunu düşünerek rahatladı.

Bir an için Allah ile ilişki kurduğuna inandı. Ardından korkuyla bu düşünceyi usundan kovdu.
“Allah’a şükürler olsun kâfirler bu dünyada da o dünyada da cezasız kalmıyor” diye içinden geçirdi. Ardından bunun bir başlangıç olduğunu cezasının öte dünyada devam edeceğini düşünmeye başladı. Bu arada ilk sayfada kanlar içindeki adam üzerine yolcular konuşuyorlardı.

Bu bir yazardı. “Çember sakallıların işi bu” diyordu bir kadın yüksek sesle. Ardından
beddualar edildiğini duydu. Sesin geldiği yöne doğru dönüp, kim olduğuna baktığında herkesin kendine baktığını sandı.

Sanki oradakiler kendisini suçluyorlardı. Kendisi gibi sakallı birilerini arandı. İlerde sakallı iki genç gülüşerek aralarında konuşuyordu. Ancak onların sakalı terbiye edilmemiş, bıyıkları üst dudaklarını örtüyordu. Yalnızdı. Telaşını bastırarak başını dik tutmaya çalıştı. Kendisine yönelen bakışlar suçluyorlardı…

“Ne bakıyorsunuz” diye kendi kendine söylendi. Ardından suçunu itiraf eden çaresiz bir suçlu gibi haklılığını ispatlarcasına

“Evet, ben öldürdüm. Biz… Allah’ın izniyle biz öldürdük.” Kendisine yöneltilmiş bakışların altında kalkarken sakalını sıvazlayıp besmele çekti ve kapıya yöneldi. Büyük bir iş başarmış olmanın sevincini yaşıyordu. Mutluydu ve mutluluğu yüzünden okunacak kadar açıktı.

Eminönü’ne yaklaşmakta olan vapurun merdivenlerindeki kalabalığa karıştığında, Kitabını okuduğu yazarın günahlarından söz ederken,
cezalandırılışını da anlatacağını düşünüp konuşmalarını kafasında kurmaya çalışıyordu.

Hasan KAYA