.: Karıncalara su veriyorum

Joan Miro Çalışması

Sabahın hangi vakti, günlerden hangisi, biraz yorgun, sessiz oturdum düşünüyorum. İş çıkışı yollara düşen telaşım, önce sen geçtin, ardından ben. Sonra anılar ve mor yalnızlığım. Dün sesin vardı dört duvarın dördüne astığım, dışarıda bir yerlerde açmış kokusu ile beni bulan hanımelleri, deniz ve tuz kokusu.

Çok mu uzaklarda kaldı her oyundan yenilmiş çıkan, ağlayan çocukluğum. Kim bilir kime inat fesleğenlere uzanıyorum, ellerimde kokusu.

Sebepsiz bir yol ayrımındayız, sandalyenin arkalığına asılmış hırkan, bir birinden uzak düşmüş terliklerinle vedalaşıyorum. Aklımda uzağına bir daha düşme kaygısı, sana isyan günlerinin kızıla boyanmış bayrakları ile sokağa fırlamaya hazır çocukluğumu bırakıyorum.

Gölgesini gün batımına yatırmış dağın yeşil, karanlığında kalmış körfezin sularından ağlarını toplayan balıkçılar, akşamın rakı masalarında kalan sözlerini çoktan unutmuş dönüyorlar Midilli önlerinden.

Perdeleri kapanmış kör bir pencere gibi susma zamanından geçiyorum, sokaklarına düştüğüm şehrin. Zeytin yeşilinin kırıldığı yerdeyim ve susuyorum öylece karanlık denizlere düşmüş uzak limanların loş ışıkları gibi solgun ve yalnız yüzüm avuçlarımda.

Kansız bir devrim öncesi başı vurulmuş sol yanım çıkıyor karanlığımın arka sokağından bir başına. Günlerdir böyle bir şey demeden, kurda kuşa küs, uzağına düşmüş, bir deniz kenarında ellerim cebimde avare, martılarla konuşur buluyorum kendimi.

“Merhaba” diyerek geride bıraktığım balıkçılardan az ileride yeşil mavi denize karşı kırmızı banklar, banka reklamları oturanlar. Denize taş atan çocuklar. Simit ve susam kokusu, zambak yeşili tutarken elimden susan çığlıkların sessiz yankısı içimde birikiyor.

Ne zaman gelsem kızıyorum kendime; martılara atmak için bayatlamış ekmekleri yanımda getirmediğime. Denize yakın banklardan birine doğru yürürken düşler ülkesinden geçiyorum aklımda dizlerimizde battaniye senle oturmuş denizi seyredeceğimiz o uzak günü merak ediyorum.

Kim başlayacak söze, nelerden konuşacağız diye düşünmüyorum. Belki sonsuz uzun bir susmanın kollarına atacak bizi zaman.  Ay karanlık bir gecede susan gözlerin sürer mi izini gün batımı sessizliğinde gülüşünde eriyen buzları.

Yorgun karıncalar ayaklarımızın dibinde ince bir yol tutturup gidip gelirlerken… Avucumda susan elini alıp benden ekmek kırıntılarını bırakacaksın ayaklarımızın dibine. Ben su vereceğim karıncalara hoyrat rüzgârlar çıkmadan önce.

Sessiz gidişleri, eğilmiş güne değen dal yeşilini anlatan eski şarkılar çalıyor sahil gazinolarında. Dal eğilmiş güne değiyor. Yeşil ağladığımda, mavi güler misin?

 Hasan KAYA