Ağlamak ayıp değildir hiçbir dilde…
Gece hep buradan başlıyordu, sessizliğine çekilmeye. Şehirler susuyor, yollar tenha yalnızlığında kayboluyordu. Deniz burada petrol mavisinde susuyor, dağlar uzak ürküten bir karanlık oluyordu.
Ben buradan...
Kaybolan şehir…
Birden başlayan rüzgâr kısa sürdü. Güz güneşini, bulup getirdiği kapkara bulutların ardına sakladı. Koca şehir, rengini kaybetmenin telaşını yaşarken, ince usul yağan ahmak ıslatan...
Gül dalında küpe kızıl yıldız
Uzun zamandır yaptığım şeyler hep aynı. Değişmemesi içinde inatla direniyorum. Birlikte yaptığımız ne varsa şimdi tek başıma yapıyorum. Hep aynı miskin alışkanlıkla kalkıp kahvaltımı...
Ve gidiyorum…
Dünden beri yıldızını yitirmiş bir gece gibi sesiz suskun bakışlarım. Gözlerimi köşe bucak saklıyorum kendimden.
Usulca kokusunu yitirip paslı bir kırmızıya dönüyor anılar. Çok sonra...
Kendime susuyorum…
Herkes kendine susuyor burada. Başkalarına anlatıp, kendilerine dönüp susuyorlar. Korkunç bir sessizlik, derin bir karanlık oluyor her yer… Anlamını çözemeden bende öğreniyorum kendime susmayı...
Hayatın yorulmayan akışı…
Küçük bir taşra şehrini geçip kıyıya doğru yol alıyorum. Önce zeytinlikler; yeşil, mavi, sonra o bildik, sokaklarında dolaştığım, alışveriş yaptığım, kafelerinde oturduğum sahil kasabası....
Bir düşten geçiyorum…
Ne zaman konuşsam, evin içinde sesim yankılanıyor. Yalnız insan nasıl konuşur demeyin. Konuşuyor. Üstelik uzun uzun, bağıra bağıra konuşuyor. Masayla konuşuyorum mesela, Geçen gün,...
Kavuşma iklimi…
Habersiz çalıyor kapımı gece, karanlık bir yalnızlığa çağırıyor. Ne yaparsam yapayım kurtaramıyorum, en çok ellerim kalıyor karanlıkta. Kapında durduğum günler geliyor aklıma. Susarak, gitmekle...
Dağlara vuran bahar
1977 Mayısının ilk günü korkularımızın ve acının sağılıp içimize damladığı gündür. Anımsadıkça tüylerimiz diken, gözlerimiz dolu dolu olduğumuz kaç gün vardır böyle. Acılar içine...