.: Mayıs…

Mayıs, umudumun yeşil dalıdır.

Mayıs, adını koyamadığım hüzünlerimin sebebidir.

Yollara düşer bir yanım, bir yanım kırlara koşar. Caddelerden, meydanlardan kol kola türküler geçen 1977, 1 Mayıs sabahıdır.

Mayıs; güllerin narin açtığı, DENİZ kokan bir rüzgârın acılarıma tuz bastığı aydır.

Bir bahar sabahı düştüm kollarına bu toprağın “Ana gibi yar, Anadolu gibi diyar olmaz” diyerek… Bu toprağın anaları acıları iyi bilir. Yürekleri acı sağar. Çocuklarına emzirdikleri süt, söyledikleri ninnileri acı kokar… Türküleri, yorgun yürekleri yerinden söken bir sevdanın yollarını açar. Yollar ki ayrılıklara, yalnızlığa çıkar… Uzak hasretlere düşürür bizi.

Dünyanın hiç bir halkı bu kadar parçalanmış bir yürek taşımaz. Dünyanın hiç bir yerinde Anadolu gibi bir sıcak, burkulmuş yürek bulamazsınız ve böylesine dişe diş kavgaların verildiği bir başka yer de yoktur.

Başka hiçbir yerde bir Pir Sultan, bir miskin Yunus, bir deli sevdalarıyla Karacaoğlan yok. Eşitlikçi, hakça üleşmenin kavga neferi bir Bedrettin hiç olmadı başka bir yerde. Ve böylesine talan edilmiş bir ülke, böylesine soyulmuş bir toprak yoktur dünyanın bir başka yerinde. Sultanlar-Şahlar at koşturdu, açlarımız bir lokma bir hırka derken.

Çok savaşlar gördü, çok isyanlar, başkaldırmalar… En çok akıtılan kardeş kanına ağladı. En çok kardeşin kardeşe yaptığı zulümden korktu. Bütün bunlara rağmen gülmeyi hepten unutmadı. Umudu nakış etti işledi yüreğine…

Suları var bu toprağın; Fırat gibi efsane, Dicle yanı başında ona âşık. Sonra Seyhan, Sakarya bir Kurtuluş Savaşı destanı, durup durup coşar.

Kızılırmak asi, bir başına buyruk…

Dağların koynunda eğleyemediğimiz sular gözyaşlarımızla çoğalıp sel olurlar, umutlarımızla büyürler…

Ve dağları var; bahar inen, kekik kokusunun nergis kokusuna karıştığı…

*                                 *                                 *

Şehirleri var bu toprağın, bir de şehri İstanbul. Bu şehri bildiğimizi sanırız. Bir şehri bilmek, bir insanı bilmek ve anlamak kadar zordur. Bir şehri sevmek, bir insanı sevmek kadar karmaşık ve anlaşılmazdır. Neden sevdiğini ve sende olduğunu anlatamazsın…

Susarak anlatabilirsin, bakarak, dokunarak…

Bu şehir iki büyük alan bir geniş cadde değil. Bu şehir, boğazın boynuna sarılmış inci gerdanlık, sıkan iki köprü de değil. Bu şarkılar, bu gürültü de bu şehri anlatmıyor.

İçinde kaybolduğumuz şu alışveriş merkezleri, bir şey alamadan girip çıktığımız mağazalar, ıslak kaldırımlar çamurlu yollar… Şu üşüyen kız çocuğunun elindeki gül kadar nazik ve bir o kadar acıtmaya hazır dikenli gül bu şehir.

Bu şehir gençliğimiz, aşklarımızın çiçeğe durduğu günleri bilen. Bu şehir; vurulmuş düşerken okul yolunda elinde kitapları, kollarını açıp kucaklayandır yoldaşlarımı…

Yedi tepenin gözünü diktiği denizdir bu şehir, gözleri mavi… Bir ressamın fırçasında akan boğazın suları, şairin gözünü kapatıp dinlediği şehirdir…

Hasan KAYA