İçinden geldiği gibi davranıyordu. Yüzünde kızgınlık, öfke, şaşkınlık, sevinç, mutluluk telaş hiç bir ifade olmadan, hiç bir şey söylemeden konuşmamı merakla, ilgiyle dinliyordu… Üzülmüş mutsuz kadınların o yüz ifadesi de yoktu yüzünde. Daha çok ifadesizdi yüzü. Sade, temiz aydınlık, güzel olarak tanımlayarak geçiştirilecek olmanın ötesindeydi. Sanki daha sade, daha temiz, daha güzel ve daha aydınlıktı.

Hiçbir şey olmamış gibi, sırası geldiğinde konuşacakmış gibi bakıyor dinliyordu. Durdum, bekledim bir şeyler demesinin sırası diye düşündüğümde

Sadece sustu…

Hepsinden kötüsü ellerinin susmasıydı. Parmakları bir birine geçmiş öylece hareketsiz duruyorlardı. Parmaklarındaki yüzüklerle de oynamıyordu. Hiçbir hareket belirtisi yoktu ellerinde. Sanki kan dolaşımı durmuştu ellerinde…

Gözleri, elleri susuyordu.

İnat etmiş küs de değildi. Susarak konuşuyordu. Onca şey anlattıktan sonra, artık konuşmasını bekliyordum. Garip bir şekilde ilk sözcük, ağzından çıkacak o ilk sözcüğü, kuracağı ilk cümleyi merak etmeye başlamıştım. Bu kadar uzun, derin bir suskunluğun ardından hangi sözcükle başlayacaktı.

Ne diyecekti…

“Bak” mı diyecekti. “Dinle” mi?

Artık ne dediğimi, ne diyeceğimi bilmiyordum sadece ne diyeceğini merak ediyordum. Belki de ne diyeceğinden çok, ne düşündüğünü merak ediliyordum.

Aslında ikisi aynı şey değil miydi? İnsan ne düşünüyorsa onu söylemiyor muydu?

Gerçekten düşündüklerimizi mi söylüyoruz?

Oturup konuşurken, anlattıklarımız aklımızdan geçenler, o kişi hakkında söylediklerimiz gerçekten düşündüklerimiz mi?

Ben şimdi günlerdir aklımdan geçenleri neden söylemiyorum. “Zaten bunu biliyor, yoksa burada işim ne” diyerek geçiştirdiklerim, söylemediklerim…

Kimi koruyorum söylemediklerimle.

Kendimi mi, yoksa kahrolası gururumu mu?

Bu yüzden mi ne diyeceğini merak ediyorum. Aklımdan geçenleri söylemeyi, ne diyeceğine bağlıyorum. Bu yüzden mi, sabırsızlıkla ağzından çıkacak ilk sözcüğü  bekliyorum?

Hasan KAYA
19 Aralık 2012 Çarşamba