.: Tepemin tası…

790Size de olur mu?

Bazı yazılar karşısında soğukkanlılığımı yitiriyorum ve tepemin tası atıveriyor. 14 Mart 2005 tarihinde Milliyet Gazetesinde Yasemin Congar’ın yazısını okuyanlar ne demek istediğimi anlarlar.

Beyaz Saray sözcülüğüne soyunan Congar, savaşa ve olası bir işgale karşı çıkanları ideolojik popülist at gözlüğü takmakla suçluyor. Peki, kendi gözündekilere ne demeli. O pembe Amerikan rüyası gösteren gözlükler de ideolojik bir bakış için kullanılmıyor mu?

Amerikanın Suriye’ye saldırma ihtimali yokmuş. Böyle bir derdi hiç yok. Ayıp etmişiz. İran ile de bir alıp veremeyeceği yok… Olup biten sadece BM’nin 1559 sayılı Güvenlik Konseyi kararının hayata geçirilmesini talep etmekten ibaretmiş… Bir de, bizim için de tehlike ve tehdit olabilecek İran’ın Atom bombası yapma planı ve Lübnan’ın işgalinin sona erdirilmesi gibi ulvi görev üslenmiş. Biz de yardım edeceğimize, destek vereceğimize Amerikan düşmanlığı yapıyoruz. Gözümüzdeki at gözlükleri bunun kabahatlisi…

Birer pembe gözlük taksak aslında bütün iş başka gözükecek.

Sayın Congar Amerika’dan bakınca göremedikleri olduğunu aklından bile geçirmiyor. Batıda birçok yayın organında, Lübnan eski başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesi olayında Suriye parmağından çok İsrail ve Amerikan gizli servislerinin parmağı olduğu yazılıp çiziliyor. Suriye’nin kendisini köşeye sıkıştıracak böyle bir işe kalkmasının düşünülmesinin pek akıl karı olmadığı ortada.

Sayın Congar bir ara başlık atarak “Esad boyun eğdi” diyor. Esad’ın boyun eğmesi Congar’ı neden bu denli sevindiriyor anlamış değiliz. Her şey bu boyun eğme ile bitse iyi. Amerika’nın isteklerinin ardı arkası kesilmeyecek. Önümüzdeki günlerde bunu göreceğiz. İran ve Suriye konusunda Amerika ile batının şimdilik birlikte hareket ettiği görüntüsü de bir görüntü olmanın ötesinde değil. Amerika Irak’taki yalnızlığını bir daha yaşamak istemediğinden, şimdi Avrupa ile birlikte hareket etmeyi deniyor. Ancak bu birliktelik öyle sanıldığı gibi çok da sağlam bir birliktelik değil…

Ortadoğu’da İran ve Suriye de dâhil tüm baskıcı rejimlere karşı olmak söz konusu olsaydı bunu anlamakta pek zorluk çekmezdik. Ancak bazıları baskıcı ve işgalci ilan edilirken diğerlerinin görmezden gelinmesi, bu işin içinde bir bit yeniği olduğunun göstergesidir. Kaldı ki bir işgale karşı olduğunu söyleyen Amerika’nın kendisi bizzat Irak’ta bir işgalci güç değil mi?

Her şey bir yana Amerika’nın yeryüzündeki baskıcı ve insan haklarını ayaklar altına alan rejimlerle bir sorunu olduğunu kabul etmek saflık olur. Sorun bu baskıcı rejimlerin Amerika ile ilişkilerine bağlıdır. Bu rejimler Amerikan denetimi dışında ise demokrasi, insan hakları gündeme geliyor.

Demokrasi, insan hakları söylemi işin cilası olmaya devam ediyor. Amerika’nın diline doladığı bu değerlerin hiç biri ile doğrudan veya dolaylı ilişkisi olmadığı gün geçtikçe açığa çıkıyor. Amerikan İnsan Hakları Kuruluşlarının Bush ile ilgili açıkladıkları raporlar da gösteriyor ki Amerika’da insan hakları, gün geçtikçe hızla yok olma sürecine girmiştir.

Özgürlüklerin, demokrasi ve sınırsız fırsatların ülkesi Amerika artık sürekli insan haklarının ihlal edildiği bir ülke olma görüntüsü veriyor. Irak’ta yaşananları ve Küba‘nın Guantanamo üssünde sorgusuz sualsiz yatanları hangi insan hakları çerçevesinde değerlendirmek gerekir.

Peki, siyah beyaz ayrımının giderek yeniden hortlamasına, yoksulluğun, işsizliğin, sağlık ve eğitimden giderek daha az pay almanın siyahlar aleyhine yaygınlaşmasına ne demeli.

Son bir şey daha: BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs konusunda Türkiye ile ilgili de benzer bir kararı var. Bu karar ne zaman gündeme gelir bilmiyorum. Ama diyelim ki bir şekilde gündeme geldi. Sayın Congar yine aynı şeyleri savunacak mı diye sormuyorum. ABD, ne isterse Congar onu savunacaktır…

 

Hasan KAYA

16 Mart 2005