.: Umarsızlığın renksiz yalnızlığı

Muzaffer Oruçoğlu

Uyanır uyanmaz balkona çıktım, havada iyot ve yosun kokusu, denizden bir koşu gelip buluyor beni sabahın serinliği, gecenin bütün o ağır yükünü omuzlarımdan alıp götürüyor.

Gökyüzü mavi, dağlar zeytin yeşili.

Şiir gibi bir gün başlıyor, sessiz içten içe kendi ritmini arıyor. Radyoda o sevdiğim eski şarkılardan biri; kavuşmanın imkânsızlığını sevdanın o koyu kırmızı ağırlığını anlatıyor.

Sonra bir türkü, yüreğimin bam teline basıyor acıtıyor, incitiyor. Yemen’e gönderdiklerimizden söz ediyor. Hiç biri dönmedi, o ince yokuşu yorgun adımlarla çıkıp varmadı evlerine.

Daha yeni dağlara sürdüğümüz çocuklarımız, ellerinde kardeşkanı yaralı bir yürekle döndüler. İlkel yanımız kanlı bir coğrafya bırakıyor bize, çocuklarımıza. Ve hep böyle yorgun ve hep böyle ağır yaralı sevdalardan dönüyor bir yanımız.

Hiç sırası değilken yine memleket meseleleri, aç gözlü politikacıların yalanları, yolsuzluk ve rüşvet. Sabahın güzelliğine bir leke olup düşüyor gazete haberleri.

Kimseye diyecek bir sözüm yok, herkesi bir kenara bırakıp, ben kendime kızıyorum. Yapan yaptığı ile kalıyor, biz hesap sormasını öğrenemedikçe.

Hep böyleydi, hep…

Bu acıtan umarsızlığın renksiz yalnızlığını bir türlü silemiyorum yüreğimden.

Kaç gündür sürgünleri yazıyorum, göç yollarını, gidenleri, gidip dönmeyenleri. Hep yollarda geçmiş, sürgünler yemiş o hayatları yazıyorum. Ve hiç bitemeyecek, demekten korkuyorum. Ama umut güzel şeydir, umutsuz olmuyor. Tutunacak bir dal gibi umudu arıyoruz. , sarılacak bir dost, bir arkadaş sıcağı.

Hasan KAYA
19 Aralık 2013 Perşembe