Vedasız her ayrılık, kaçıştır…

[columns ]
[column size=”1/1″]Bazen unutuyorum, “kime ne anlatıyorum” dediğimde iş işten çoktan geçmiş oluyor.

Susuyorum.

Ne anlattığımın hiçbir önemi yoktu. Herkes kendi anladığı ile gitmeden, ne pahasına olursa olsun kendini haklı çıkarmak için uğraşıyordu. Bunun için kaybettiklerinin hiçbir önemi yoktu. O, çoğu zaman haklı çıkmaya değmeyecek kadar küçük, anlamsız da olabilirdi. Sanki ne kadar küçük, ne kadar anlamsız olursa, o kadar kolaylaşacaktı gitmek.

Gitmek için gelen göçmen kuşlardı onlar. Gelmek ile gitmek arasındaki bir hayat yazgısıydı onların yaşadığı.

Onlara, bu yüzden kızamazdım.

Bütün çiçekleri solmuş bir ömrün kıyısından, başka mevsimlere kanat açan kuşların ardından bakıyordum kendime kızarak. Körfezin sularına değiyordu kanatlarının gölgesi, yükselip alçalıyorlar, gün batımından, gün doğumuna bir çizgi çizerek veda ederek gözden kayboluyorlardı.

“Ne çoktuk!” diye akımdan geçiyor şimdi.

Acı sessizce büyürken içimde bir yerde, çaresiz bir öfkeye dönüyor, rengini arıyor. Anlamsız, belki de biraz acımasız bir benzetmeyle “onlar, göçmen kuşlar kadar cesur olmadılar hiç… böyle hep birlikte, topluca uzaklara gitmediler” diyorum, sanki beni ayakta tutacak tek şeymiş gibi öfkemi büyümeye çağırıyorum.

En güzel biz ağlardık gidenlerin ardından, ama onlar gitmediler, yılgın küçük adımlarla çıktıkları yolda önce gerilerde kaldılar, sonra vardığımız her yol ayrımında vedalaşmadan farklı yollara saptılar, gözden kayboldular.

Onlar gitmediler, kaçtılar. Çünkü vedasız her gidiş kaçıştır, onlar kaçmayı seçtiler.

Hüzünlü bir sessizlik içinde güneş batmaya hazırlanıyor, ama giderken ardında uzayan gölgelerle yalnızlığı çağırıyor. Zor akşamların sessizliğinden geçen deniz, petrol mavisi bir gecede beni uzaklarıma çağırıyor.

Gitmek ile kalmak arasında bir yerde durmuş denize bakarken en çok ölmekten korkmadığım geliyor aklıma. İşin garibi bu düşüncem beni şaşırtmıyor, telaşa düşmüyorum.

Öyle sessizce karşılıyor, olağan buluyorum.

“Yaşlandım” diyorum.

Geride bıraktığımız yılların hiç bir önemi yok, çünkü yaşlanmak yorgunluklarımızla yaşıttır. Yorulduğumuz kadar yaşlanıyoruz.

Hasan KAYA
14 Eylül 2014 Pazar
[/column]
[/columns]