Artık bir birimizi sevmediğimizden” diyordu dünyası yıkılmış. Elim şakağımda dinlemeye hazırdım onu. Sigara paketine uzandı, başını öne eğmiş sandalyesine gömülmüş gibiydi. Oturduğumuzdan beri, masada dolanan esintiye elini siper ederek çakmağı çaktı, sigarasını yaktı. Derin derin ardı akasına içine çekti dumanı, tutu, bıraktı havaya.
Hala başını kaldırıp bakmamıştı bana, ben öylece onu izliyordum. Başını az kaldırarak dumanı havaya her saldığında, başka masalara göz atıyor, başka şeylerle ilgilenir gibi yaparak, dumanı görmemezlikten gelerek, kendimce buzlandırma yapıyordum.
Elindeki sigaranın uzayan külünü, kül tabağına vurarak dökerken, uzatarak “Amaaaa” dedi ve sustu. Uzun bir suskunluğun ardından; “Herkes kendini düşünüyor” dedi.
“Öyle” dedim.
Bu doğaldı ve hiç de yeni bir şey değildi.
Bütün kavgalar, ben diye başlıyordu. İnsanın kendini herkesin, her şeyin önüne koyması bencillik bile sayılmazdı. İnsan istemese de; kendini kayırıp, her şeyin, herkesin önüne koyarak biricik yaşamını koruyor, devam ettiriyordu.
Bu çağcıl bir hastalık da değildi.
Hep böyle olmuştu.
Her insanın bir diğerinden farklı oluşunu, kendisi için istekleri belirliyordu. “Ben” diyerek insan bir diğerinden kendini ayırıyor, ayrışıyordu.
Seviyorsa kendisi için seviyor, özlüyorsa kendisi için özlüyordu. Aksini söylemesi, yalan ve iki yüzlükten başak bir şey değildi…
Bahçesindeki güller aklıma geldi, hep bakımlıydı. Hep güzel gözüküyor, güzel kokuyorlardı. Üzerinde kurumuş, bozulmuş tek bir gül, tek bir yaprak yoktu. Hep zamanında budanmış, zamanında gübrelenmiş, hep zamanında altı çapalanmıştı.
Bunu güller daha uzun yaşasın, güzel gözüksün, güzel koksun diye yapıyordu. Ama kimin içindi bu emek harcama kendisi için mi, güller için mi?
Güllerde gördüğümüz fışkıran o güzellik, o sarhoş eden koku doğanın, insanın emeğin kokusu değil miydi?
Hasan KAYA
11 Eylül 2014 Perşembe